Pazartesi, 04 Şubat 2019 19:09

Sosyalizm, Ütopya, Güneş Ülkesi

Rate this item
(0 votes)

Ortadoğu’daki gibi değildir. Ortadoğu’da ilkin ataerkillik gelişiyor, 4500’lerde başlıyor. 3000’lerde devlet oluşuyor ...

 

A.Haydar KAYTAN 

 

Marks özellikle kendisinin ve Engels’in tanımladıkları sosyalizmi, o tür sosyalist eğilimleri, sosyalizm adına hareket eden kişiliklerin hepsini, ütopik sosyalistler olarak tanımlar. Charles Fourier Fransızdır, Robert Owen İngilizdir. Daha başka da ütopik sosyalistler denilen sosyalistler var. Robert Owen sanıyorum zengindir, sermaye sahibi bir insandır. Tümüyle işçilerin yaşamıyla ilgileniyor, fabrikayı başta olmak üzere her şeyi ortaklaştırıyorlar. Fakat inşa etmek istedikleri sistem fazla yaşamıyor. Yaşamını tümüyle kolektif komünal bir yaşama adıyor ve çok fazla sonuç alamıyor.

İnsanlığın ütopyasında, eşitlikçi özgürlükçü bir yaşam var. Rönesans dönemine denk düşecek şekilde,  eserlerinde anlattıkları kadarıyla, çizdikleri çerçeve içerisinde, özü itibariyle komünizmi tanımlayan ve böyle bir dünyanın hayalini kuran insanlar var. İşte okuyabilirsiniz, Tommaso Campanella’nın Güneş ülkesi, Thomas More’un Ütopya’sı var. Ütopya kelimesinin Arapça karşılığı Lamekandır. Olmayan yer anlamındadır. “U” olumsuz ekidir, “U” olmayan anlamındadır, “topi” de zaten topografya diyorsun. Yer, coğrafya, mekân anlamına geliyor. Dolayısıyla “ütopi,” olmayan yer anlamına geliyor. Bu eserinde dile getirdiği görüşlerin, o dönemin egemenlerini korkutacağı, dolayısıyla üzerine gelip kendisinin cezalandırılacağı endişesi de taşıyarak, eserine öyle bir ad koyuyor. “Aslında ben olmayan bir şeyi anlatıyorum” diyor.

Orada sözü edilen toplumda devlet, iktidar yoktur. Yönetim işleri ağırlıklı olarak kadının elindedir. Kadın eğitmendir, toplumu eğiten, öncülük eden kadındır. Topluma genelde damgasını vuran kadındır, ön plandadır. Sınıf yoktur. Sevinç, neşe, paylaşım, dayanışma, komünalizm var. O toplumu anlatıyor. Olmayan ülkedeki öyle bir toplumu anlatıyor. Güneş Ülkesi de öyledir. Kapitalizmin doğuşunun da bir seçenek olarak konulduğu, doğuşu için de zeminin bulunduğu o kaos dönemi var. Aslında Rönesans öncesi dönem, bir kaos dönemidir. Rönesans ortamının kendisi, bir kaos dönemidir. Orada boy veriyor. Ama burada yeni ve sistematik bir alternatif yaratamıyorlar. Onun için bu tür eserlerle aslında ütopyalarını, hayallerini böyle ortaya koyuyorlar. Ama eşitlikçilik, özgürlükçülük, bu tarzdaki duygu ve düşünceler ön plandadır.

Önder Apo’nun, Avrupa için bazı belirlemeleri çok önemlidir. Avrupa, uygarlığın en geç girdiği yerdir, aynı zamanda neolitik devrimin de en geç ulaştığı yerdir. Bazı yerlere 5000’lerde ulaşıyor. Yunanistan’a daha öncesinde biraz ulaşıyor. Roma’ya 5000’lerde ulaşıyor. Ama neolitiğin İngiltere’ye ulaşması, çok daha geç yılları alıyor. O açıdan kapitalizmin doğuş dönemlerine gelindiğinde, Avrupa’da neolitik yaşam tarzının, neolitik dönemin anıları taze ve canlıdır. Onun için eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceler Avrupa’da çok canlıdır.

Ortadoğu’daki gibi değildir. Ortadoğu’da ilkin ataerkillik gelişiyor, 4500’lerde başlıyor. 3000’lerde devlet oluşuyor ve devletçi uygarlık sistemi gelişiyor. Devletin ve iktidarın ilk kurulduğu zemin olduğu için yarattığı tahribatlar var. Daha fazla egemen oluyor. O açıdan özgürlükçü, eşitlikçi düşünceleri daha fazla geriletebiliyor. Ama Avrupa için aynı şey söz konusu değildir. Orada ortaya çıkması da anlamlıdır, belirli nedenleri var. İnsanlık açısından yeni bir uyanıştır ve bu uyanışta daha çok dayanışma, komünalizm, insana inanma ön plandadır. Hümanizm, insanın kendine güveninin gelişmesi önemlidir. Doğanın yeniden keşfedilmesi, çok büyük önem taşıyor.

Bunların sosyalizmle ne alakaları var denemez. Zaten sosyalizm toplumla ilgili bir şeydir. Bilimin gelişmesi, zaten yeni bir toplumun gelişmesi demektir. Yeni bilim demek, yeni toplum demektir. Çünkü her toplumsal inşa, öncelikle yeni bir bilimin ve bilginin inşasıdır. Yeni bir bilim, aynı zamanda yeni bir toplum anlamına geliyor ki, Avrupa’da onun güçlü bir zemini var.

Sosyalizme, önceki sosyalizm türlerinden farkını ortaya koymak amacıyla bilimsel adını takanlar, sosyalizmin bilimle bağını kuranlar Marks ve Engels oluyor. Engels kendilerinin dillendirdikleri, kuramlaştırdıkları düşüncelerine “Bilimsel Sosyalizm” adını verdiklerini belirtiyor. Önderlik, “Bilimsel Sosyalizm de olabilir, temsil ettiğimiz sosyalizme Demokratik Sosyalizm de diyebiliriz” dedi. Biz de herhalde bazı yerlerde “Bilimsel Demokratik Sosyalizm” diyoruz. İkisini birleştirerek kullanıyoruz.

Fakat Marks’ın şu belirlemesi var, Komünist Manifesto eserlerini okuduğunuzda, şunu görüyorsunuz, sosyalizm için, sosyalist sisteme geçiş için gelişkin bir maddi teknik yapı, alt yapı gerekiyor. Kapitalizm o gelişkin bilimsel teknik alt yapıyla, sosyalizmin gelişme koşullarını ortaya çıkarıyor. Bunu çok önemli bulurlar. “Öncesinde sosyalizm olamaz” derler. Feodal dediği dönemde sosyalizm olamaz. Daha önceki toplum dönemlerinde sosyalizm olamaz. Sosyalizm ancak kapitalizm sonrasında gelişebilecek ve kapitalizmin zeminini hazırladığı bir sistemdir. Marks böyle bakar.

Yaklaşımları şöyledir: İlk defa kapitalizmle birlikte üretim bu kadar toplumsallaşıyor. Nasıl? Şu anda Avrupa’da da bazı entegre tesisler var. 100 bin işçi çalıştırıyor. Bunlar birbirine bağlı tesislerdir. Birinde iplik, birinde kumaş, diğerinde elbise, bir başkasında bilmem ne çıkarır veya araba veya bilmem başka şey çıkarırlar. Bu tarzda entegre tesisler var, birbirine bağlı ve hepsinde binlerce işçi çalışır.

Ama genelde Marks buna “üretimin toplumsallaşması” diyor. Devamında, “kapitalizm üretimi toplumsallaştırır, ama mülkiyet bireyseldir. Çelişki buradadır. Üretimin toplumsal karakteriyle, bireysel mülkiyet arasındaki çelişki uzlaşmaz bir çelişkidir. Bu çelişkinin düzeltilmesi gerekiyor. O zaman ne yapılması gerekir? Mülkiyeti de toplumsal kıldın mı çelişkiyi çözüyorsun. Bunun adı da sosyalizmdir” diyor.

Üretimin toplumsallığına bağlı olarak, mülkiyeti de toplumsallaştırdın mı -ki yüz bin kişi fabrikada çalışıyor ama o fabrika bir kişinindir- o yüz bin kişinin bir arada yarattığı çalışmanın mülkiyetini de onlara devrederek, sosyalist kılabilirsin. Mülkiyet artık işçilerin hepsinindir. Tabii ki bu toplumu da devletle bağlantılandırıyorsun, toplum adına hareket eden bir devlet var. Öyle olunca da kamu mülkiyeti oluyor. Devlet mülkiyeti aslında kamu mülkiyeti, dolayısıyla toplumun mülkiyetidir.

Mülkiyetin bu biçimiyle özel mülkiyetten çok farklı olmadığı daha sonraki süreçlerde ortaya çıktı. Yanılgı buradadır. Sosyalizmi ancak kapitalizmin yarattığı maddi temel üzerinde gelişebilecek bir yaşam tarzı olarak değerlendirmek, doğru değildir.

Önder Apo açısından sosyalizm nedir, nasıl tanımlanır? Önder Apo açısından sosyalizm; “toplumsallaşmanın bilimidir.” Çok çarpıcı bir belirlemesi, “Sosyalizmde Israr İnsan Olmak Isrardır” adlı eserinde var. “Sosyalizmden kuşku duymak, insandan ve onun toplumsal gerçekliğinden kuşku duymaktır” dedi. İnsan toplumsal bir varlıksa, toplumsallık onun var oluş koşuluysa, o zaman sosyalizm bundan ayrılamaz. Zaten sosyal ile toplumsallık aynıdır. Aslında sosyalizm kelimesini Türkçeye çevirirsen, karşılığı toplumculuktur. Dolayısıyla sosyalizmi toplumsallaşmanın bilimi olarak değerlendirmek ve insanın varlığı kadar eskiye dayandırmak, yanlış bir ifade değildir. Sosyalizm aslında insanın doğasıdır, sosyal doğadır, insan doğasının ayrılmaz bir unsurudur. Bizim açımızdan böyle bir bakış açısı sosyalizmi çok anlamlı kılar.

Önderlikte sosyalizm çok belirgin olarak var. Neredeyse bizde sanki “sosyalist demesek de olur! Sosyalizm aslında nedir ki, reel sosyalizm bilmem ne oldu. Zaten işe yarasaydı orada bilmem ne olmazdı.” Böyle diyenler, böyle algılayanlar var. PKK düşüncesinden, Apocu düşünceden sosyalizmi çıkarırsanız geriye hiç bir şey kalmaz. Apocu düşünce sosyalist düşüncedir, sosyalizm düşüncesidir. Bizim ideolojik kimliğimiz, demokratik sosyalizmdir. Sosyalizmi bu tarzda ele almak ve değerlendirmek ve demokratik sosyalizme sürekli vurgu yapmak lazım.

Demokrasi ve sosyalizm iç içedir, çok fazla ayrılmazlar. Belki de demokrasiyi kurduğun zaman, demokratik bir sistemi inşa ettiğin zaman istediğin kadar sosyalizmi yaşayabilirsin. O açıdan diğerlerinin yanılgılarına düşmemek lazım. Türkiye solunun yaklaşımları öyle değildir. Sürekli işçilerinden söz ediyorlar. “Grev” diyorlar. Ama bir şey yoktur. O tarzda hareket etmekle, aradan bin sene geçse bile ne sosyalist olur, ne sosyalizm kurulur. Yaklaşımları yanlıştır. Sanki işçinin kimliğine doğrudan bağlıdır.

Önderliğin sosyalizm anlayışı, yeni oluşturduğu bir anlayış değildir. Zaten şunu düşünmek lazım. “Yeni paradigma” diyoruz. Önderlik bir benzerlik yapıyor, “Zeus’un alnından fırlayıp çıkması gibi” yeni paradigma öyle birden bire fırlayıp çıkmıyor. Önderliğin bu tarzdaki değerlendirme ve görüşlerini okuyun, yeni paradigmanın maddi temellerini eski değerlendirmelerin içinde bolca bulabilirsiniz.

Kadın konusu var. 5. Kongreye sunduğu politik rapor var. Açıp baktığınızda yeni paradigmanın bir sürü ilkesini orada bulabilirsiniz. Önderlikteki düşünsel gelişme öyle birden bire olmuyor, zaten gelişme de öyle olmaz. Bir nicel birikim olur, onun nitelik dönüşüm anları vardır ve sürekli böylesine bir nitelik dönüşüm anıdır. Sıfırdan çıkan bir gelişme filan değildir. Önderliğin sosyalizm anlayışı da öyledir.

Semboller çok önemlidir. Benim için semboller kutsallarımızdandır. Zaten sonra baktım 5. Savunmada var. Semboller dördüncü bölümdedir. Birincisi, tanrısallık. İkincisi, elçilik, kutsallık. Üçüncüsü, ozanlık. Dördüncüsü, fetişler, semboller. Sovyetlerin yıkılması, Doğu Avrupa ülkelerdeki karşıt durumlar, oraların hepsinin kapitalist sisteme eklemlenmesi süreçleri biliniyor. Diyorduk ki, “Sovyetler Birliğinde sosyalizm nihai zafere kavuşmuştur ve geriye dönüş mümkün değildir.” Eskiden bunların hepsi, Önderliğin ve bizim değerlendirmelerimizde var. Ama bir baktık ki ertesi sabah kapitalizme dönüşmüş. Bütün bayraklardaki kızıl yıldızlar çıkarıldı, o bayraklar olduğu gibi kaldı. Bunlar orak çekiç, belirli semboller var, bunlar bizim sembollerimiz.

Reel sosyalizmin yıkıldığı süreçlerde, o koşullarda sosyalizme bağlı kalmak önemlidir. PKK orada sosyalizme bağlı kaldı. Çünkü bizim bir özelliğimiz var. Bu PKK’nin özelliklerinden biridir. PKK toplumsallaşan bir hareket oldu, toplumla olan bağı onu tehlikenin içine düşmekten alıkoydu. Halklaşması, toplumsallaşması, halkla olan ilişkisi ve bağı, bunlar ilaç gibi geliyor. Onlar bazı şeylere savrulmayı önlüyor, engelliyor. Kuşkusuz bir de Önderliğin, Önderliksel karakteri var. Önderliğin sosyalizme yaklaşımı sadece dogmatik boyutuyla, şundan bundan öğrenme tarzında değildir.

Dünyada bir ara sosyalizmin belli merkezleri vardı. 70’ler dünyası böyledir. O zaman Pekin, Moskova çatışması vardı. Pekin bir merkezdi, Moskova bir merkezdi. Pekin, “sosyalizmi biz temsil ediyoruz” diyordu. Başlangıçta Mao’nun Sovyetler Birliğine ilişkin eleştirileri var. Pek çok noktada eleştirileri yerindedir. O eleştirilere katılmamak mümkün değildi, biz de katılıyorduk. Ama ona rağmen biz Maocuyuz, biz Pekinciyiz demedik. Sonra üçüncü bir odak daha katıldı. Enver Hocacılar da vardı. Bir de Avrupa sosyalizmi var. Euro sosyalizmi. İşte Fransız Komünist Partisi, Moris Tore’den tut, Togliati’ye kadar. Bunlar da bir kanat oluyordu. Sonra buna bir de Kore eklendi. Kore’de Kim Il Sung’un tutumu daha bağımsızcaydı. O, “ben ne onun, ne de diğerinin sandalyesine otururum” diyordu. Aslında bu bizim de hoşumuza gidiyordu.

“Biz sosyalizmi şuradan buradan öğrenecek değiliz” diyorduk. Burada bağımsızlığını korumak önemlidir. İdeolojik bağımsızlık deniliyor ya, aynı zamanda gıdasını oradan almaktadır. Tuhaf gelecek ama, işte Çin, Sovyetler Birliğine “Sosyal emperyalistler” diyordu. Sovyetler diğerlerine “Sosyal faşistler” diyordu. Böyle birbirlerine bu tarzda itham etmeler vardı. Bir de Türkiye’de 12 Mart’tan sonraki bütün gruplaşmalar o tarzda oldu. Sovyetler Birliği sosyal emperyalist midir? Sosyalist midir? Bölünmelerin hepsi bu eksende oldu. Sosyalisttir ya da emperyalisttir diyenler bölündüler, bölündükçe de devrimden uzaklaştılar. O tarzda bir bölünmenin, toplumun sorunlarıyla hiçbir bağı yoktur. PKK böyle yapmadı. Bu noktada toplumsallık, topluma bağlılık hayatidir. Toplum tanımı, toplumsal gerçekliğe kendini adama konuları önemlidir. Bu noktada bir de “Özgüç” kavramı önemli. Bunlar Apocu hareketi birçok olumsuzluğa düşmekten alıkoydu.