Modern Tanrı: Bilimcilik

Günümüzde, bilim pozitivist anlayışla hem insanlığın hem de doğa ve evrenin başına en büyük belayı. Yaşam felç edilmektedir...

Nurhaq EKİN

İnsan var oluşundan sonra hep arayış içinde olmuştur. Bu arayış, kendisini ve çevresini anlama anlayışıdır. Bu insanın en temel özelliklerinden biridir. Bu anlamıyla insanı diğer canlılardan ayıran, farklı kılan özelliktir. Bir farklılaşma da oluşmuştur. Ancak bu farklılık kopuşu ifade etmemektedir. İnsanın kendisini ve çevresini anlama çabası, doğayı ve evreni de anlamlandırmaya başlamıştır. Kendini anlama çabası sorusu toplumsallıkla, yani neolitik toplumla farklı boyuta ulaşmıştır. Bu konuda aslında devrimsel gelişmeler yaşanmıştır. Neolitik devrimin en büyük özelliği, yatmış olduğu toplumsallıkla hem düşünceyi geliştirmiş hem de Tel-Khalaf kültürünü ortaya çıkarmasıdır. Tabi düşüncenin gelişmesi, insanın kendisini anlama konusunda da önemli gelişmelerin yaşanmasını sağlamıştır. En büyük özellik, doğanın canlılığını fark etmesidir. Aslında fark etmekten ziyade hissetmiştir. Doğanın, insana koruma ve beslenme olanağını sunması, insanda doğayı kutsama zihniyetinin gelişmesini sağlamıştır. Bu anlamıyla ilk animizm inancı gelişmiştir.

İnsan zekâsı sürekli gelişme özelliğine sahiptir. Bu da insanın kendisini ve çevresini keşfetmede önemli gelişmelerin yaşanmasını sağlamıştır. İnsanın soyut düşünme yeteneğinin gelişmesiyle toplumda çığır açıcı gelişmeler yaşanmıştır. İlk mitolojiler soyut düşüncenin ürünüdür. Mitolojilerle birlikte insanlar ilk yaratılış öykülerini oluşturdular. Öncesi insanın soyutlama özelliği olmadığından insan kendisini çevresiyle ve doğayla ilişkilendirerek yaşardı. Bu da aykırı bir durum değildir. Her zihniyet kendi toplumunu oluşturur. Neolitik toplum da kadın zihniyeti etrafında örgütlenmişti ve oluşmuştu. Kadın da yaratılış öyküsünü oluşturmuştur. Toplumu da buna göre yönetiyordu. Ancak, bu doğaya aykırı bir durum değildi. Çünkü biraz da doğal gelişmişti ve doğa eksenliydi. Ancak daha sonra erkek de kendi yaratılış mitolojisini oluşturdu. Kendisini de yaratılış öyküsünün merkezine koydu. Tabi toplumu da buna göre dizayn etti. Bu konuda büyük imparatorluklarda kurulmuştur. Yaratılan mitolojilerde erkek hem kendi meşrutiyetini hem de oluşturduğu imparatorlukların meşrutiyetini sağladı. Bu yönüyle günümüz toplum sisteminin temellerini atmıştır.

Buna rağmen insanın kendisini anlama çabası sürekli devam etti. Mevcut sistemde kendisini tanımlayamayanlar farklı arayışlar içinde oldular. Din bu arayışın bir sonucudur. Din de kendi penceresinden, yaratılış ve insani tanımlamaya çalışmıştır. Yine evreni tanıma arayışı da mevcuttur ve belli bir yorum geliştirmiştir.

Konumuz bilimcilik olduğundan, dini fazla açıklamıyoruz. Ancak şu önemlidir. Daha önce de belirtmiştik. Her inanç ve zihniyet kendi toplumunu oluşturur. Oluşturulacak zihniyet ve yaratılış öyküsü, insanın kendisini bu öyküde gördüğü oranda kalıcılaşır.

Birey kendisini salt kendisinde anlayamaz. Çünkü insan doğası gereği toplumsaldır ve bu toplumsallık hakikatin en büyük özelliğini oluşturur. Evren bütünlüklerin birliğiyse, birey de toplum içinde ancak bütünlüklü, birliktelik temelinde kendisini anlayabilir. Salt toplumlarda kendisini anlayamaz. Bütünlüklü bir yaklaşım temelinde doğaya da anlam biçerek ve kendisini doğayla birlikte anlama çabasına girerse, o zaman hakikat arayışında daha fazla ilerlemiş olur.

Hakikat arayışı her donemde farklı yöntemlerle sürmüştür. Buradaki gerçeklilik çoğunlukla hâkim sistemlerin, toplumdan uzaklaştığı, aslında hakikatten uzaklaşıldığı süreçlerde ortaya çıkmışlardır. İnsan zekâsı gereği, sürekli evreni anlamaya çalışmıştır. Bu da insanın daha radikal sorular sormasına ve farklı pencerelerden yaşama bakılmıştır. Bu konuda felsefe birçok soruya cevap aramıştır. İnsan kimdir? İnsan nerden geldi, nasıl oluştu gibi sorulara daha radikal cevaplar bulmaya çalışmışlar. Felsefenin bu sorulara tanrıyı içine koymadan cevap araması birçok gelişmenin yaşanmasına neden olmuştur. İnsanın daha özgür düşünmesini sağlamıştır. Bu anlamda büyük düşünce akımları oluşmuştur.

Zerdüşt en büyük felsefi düşünürdür. Bahsettiğimiz felsefenin ilk temelini atan aslında Zerdüşt’tür. Daha sonra çarpıtılan yanları oldu. Ancak tanrı sorgusu bile düşüncede ciddi gelişmelerin yaşanmasını sağlamıştır. Yine toplumdaki ahlak olgusunda ciddi ilerleme kaydetmiştir.

Tarih hakikat arayışlarıyla doludur. Bu anlamda peygamberliksel gelenek ve felsefe bu arayışın öncülüğünü yapmışlardır. Özellikle felsefenin, hem birey hem de evren ile ilgili sorular bilimin de temelini oluşturmuştur. İnsanlar kendilerini tanımlamada biyoloji, kimya, fizik ve matematik alanında ciddi yoğunlaşma ve araştırma içine girmişlerdir. Yine coğrafya alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Kuskusuz tüm bu gelişmeler, neolitik devrimin kalıntıları üzerinden gelişiyordu.

  1. 15. ve 16. yy’da gelişen bilimsel gelişmeler insan düşüncesi açısından çığır açıcı gelişmeler yaşanmıştır. Atomu keşfedecek düzeyde gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmeler hâkim sistemi zorlayacak düzeyde olmuştur. Yine mevcut düşüncenin ötesinde geçme durumu yaşanmıştır. Bundan kaynaklı iktidar güçleri bu duruma kendi çıkarları için müdahale etmişlerdir. Bu kapsamda binlerce kadın yakılmış, birçok öncü bilim insanları da giyotinden geçirilmiştir. Bruno, Hallacı-Mansur, Babek gibi insanlar hakikat arayışının önemli insanlarıdır. İktidar odaklarının en önemli özelliği bir şeye ne kadar karşı çıkarsa o gelişmenin kendisi için bir tehdit olacağını fark ettiğinde kendi denetimine alma ve bunu topluma karşı kullanmasıdır. Denetime girmeyince, ya yakılmış ya da derileri yüzülmüşlerdir.

Bu anlamda iktidar, bilimi eline almakta çok gecikmemiştir. Tabi iktidar kendi düşüncesini topluma mal etmeye çalışır. Ayrıca kendini iktidar zihniyetinden ve onun etkilediği zihniyetlerin etkisiyle, yeni felsefi düşünceler oluşturmuşlardır. Oluşan düşünce, bilim kullanılarak, insan-toplum-doğa ayrışması derinleştirilmiştir. Bu tarzla evrenin sırlarını çözmeye çalışmışlardır. Geliştirilen yorumlar günümüze kadar etkisini göstermektedir. Kuşkusuz bilim önemlidir. Evrenin, insanın ve hatta doğanın sırlarını çözmek için elimize önemli imkânlar verir. Ancak yöntem itibariyle kullanıldığında ciddi sorunlara da neden olmuştur. Daha çok kapitalizmin gelişmesiyle ve buna bağlı olarak pozitivist anlayışın gelişmesiyle bilimsel yasalar topluma uyarlanarak toplum sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır. Bunu yaparken de kendisini mutlak doğruya dayandırmaktadır. Bilimde somut deneylerin kullanılması, kendisi acısından güvenirliğini sağlamıştır. Temel felsefesi somutluklar üzerine oluşturulmuştur. Çıkarılan bilimsel konularla sanki bilgiye sadece bu yöntemlerle ulaşılabilinir veya bunun dışındaki yöntemler gerçeklikten uzakmış gibi, sadece göze kulağa hitap eden doğrudur ve vardır anlayışı mevcut olmuştur. Tabi bu sorunlu bir yaklaşımdır. Aslında kendi gerçekliğini inkâr etmedir de. Pozitivizm yine bilimde kendisinden başlatmaktadır. Bu da sorunlu bir yaklaşımdır. Tarihte hiç bir düşünce, böyle mutlak bir tarzda kendisi dışındakini inkâr etmemiş, dışlamamıştır.

Bu konuda şunun söylenmesi gerekiyor. Bilim gökten zembille düşmedi. Eline taşı alan ilk insan, analitik zekâsını kullanarak aslında bilimin temellerini atmış oldu. Bunu yaparken, çok farkında mı yaptı? Bunu bilmiyoruz. Neolitik devrimle gelişen Tel-Khalaf kültürü günümüzü aşan sayıda icat bulmuştur. Yine, mitolojiden tutalım, felsefe ve din bile gerçeklikleri doğrultusunda bilimin temellerini oluşturmuşlardır. Ancak bilimcilik bugün tüm bunları inkâr ediyor hatta geri görüyor. Doğruya ulaşmada bunlar engeldir diyor. Bir oluşum kendi oluşumuna ancak bu kadar yabancılaşır inkâr eder. Oysa Sümer Rahipleri bile o günün koşullarına göre bugünkü bilim insanlarına taş çıkartacak düzeydeydi. Bu anlamıyla en çok dogmalara karşı olduğunu söyleyen pozitivizm, aslında en büyük dogmayı yaşamaktadır. Gerçeklerden bahsederken insan, doğanın ve evrenin salt bilimsel yasa ve deneylerle çözülemeyecek kadar kompleks ve fizik üstü olduğu gerçeği kadar kör ve gerçek dışıdır. Bilim bile artık şunu fark etmiştir, insan beyni ve atom altı parçacık ve kuantumik hareketler ölçüme gelmeyecek düzeyde komplekstir.

Daha öncede söylemiştik, her zihniyet toplumunu inşa eder. O toplumda onun gibi düşünür. Dolaysıyla pozitivizmin anlayışı topluma uyarlanıyor. Bu durum hem çok yanlış hem de çok tehlikelidir. Bu şuna benziyor. Nasıl bir doktor bir hastayı veya ölüyü ele alırken, tüm organlarını parçalar ve öyle ele alır, pozitivizmde sosyoloji aracılığıyla toplumu masaya yatırır ve parçaları üzerinde hem deney yapar hem de çözmeye çalışır. Sadece insan ya da toplum parçalanmıyor, toplumla birlikte doğa da parçalanıyor. Ormanın kralı aslandır anlayışı parçalanmanın en somut örneğidir. Oysa hakikat, gerçekler parçalanarak saptanmaz. Eğer bütünlüklü bir yaklaşım içinde inceleme yaparsa, doğruya ulaşmada daha fazla mesafe kat etmiş olur. Tabi toplumun ahlaki ve politik gücü yine çeşitli yöntemlerle kendisini masaya yatırmamak için belli bir mücadele etmekte devam edeceklerdir.

Günümüzde, bilim pozitivist anlayışla hem insanlığın hem de doğa ve evrenin başına en büyük belayı getirmiştir. Her gün insanlığın başına atom bombaları atılmaktadır. Yaşam felç edilmektedir.

Bilimin neden bu duruma düştüğü önemli bir sorudur. Bu konuda verilecek cevap bilimin kendisini toplumun ahlak değerlerinin üstünde görmesiyle alakalıdır. Ahlak toplumun ruhudur denilebilir. Toplumdan ahlak çıkarılırsa geriye robot enkazlarından başka bir şey kalmayacaktır. Yine toplumun ve insanın metafizik özellikleri var. Pozitivizm bunları da ret eder. En büyük kırıma neden olan bu anlayıştır. Bu anlayış bireyin, yasamın renkliliğini görmeyi engellemektedir. Oysa yaşam sonsuz renklerden oluşmaktadır. Bunu ret eden anlayış en büyük dogmayı yaşar. İnsanın maneviyatını, yaşamını oluşturan renkliliği ve kutsallığıdır. Bunun ortadan kaldırılması yaşamın şiirselliğini kaybettirmektedir.

Bu çerçevede gelişen felsefi yorumlarda ateşe körükle gitmişlerdir. Evreni gelişen ve canlılık özellikleri taşıyan değil de, tanrının bir oyuncağına benzetmişlerdir. Oyuncak demek robot demek. Yani ruhsuz ve duygusuz. Oysa duyular yaşamın temel özelliğidir. Duyular, acıyı, coşkuyu, heyecanı, sevinci, aşkı ifade eder. Duygusuz bir yasam yaşanılamaz. Duygusuzluğu dayatan anlayış en büyük toplum kırımcısıdır. Hatta doğa, evren kırımcısıdır. İnsanı, toplumu, doğayı duygusuz olarak gören bir anlayış bunlar üzerinde her tür sömürüyü meşru sayar. Tabi evreninde kendisine göre bunlara cevabı hep olmuştur, olmaya devam etmektedir.

Teknolojik aletlerin, ilk olarak egemenlerin eline verilmesi ve bunlarında bu tekniği hem işgal ettiği ülkelere karşı hem de toplumu her an denetimde tutmak için kullandığı bilinmektedir. Egemenlerin ordularında en son teknik aletler kullanılmaktadır. Bunlar kime karşı kullanılacak? Tabiki insanlara karşı. Evrende kendi türünü daha iyi ve sonuç alıcı yöntemlerle öldürmek için silah ve teknik üreten bir varlığa rastlanamaz. İktidar zihniyetinin bunu düşünmesi farklı ele alınabilir. Fakat bilimin onun elinde sihirli bir değneğe dönüşmesi en büyük sorundur. Oysa taşı eline alan ilk insan, hemcinsini vurmak için kullanmadı. Sadece kendisini korumak ve beslenebilmek için kullandı. Bu anlamıyla aslında geçmişine ihanet etmiştir.

Yine önemli bir durum, yaşamın demir bir kafese alınmasıdır. Dikkat edilirse, insanın her hareketi kontrol altına alınmıştır. Nasıl ambalajlı bir nesneye yapıştırılan etiketle o nesne hep kontrolde tutuluyor ve değer biçiliyorsa, insana verilen seri numaraları da, o bireyin tüm yaşamı ve özellikleri o verilen numaralarla kontrolde tutulmaktadır. Dolaysıyla en değme bir polis bile o bireyin numarasına baktığında tüm özgeçmişi ekranda belirmekte ve o bireye yaklaşım belirlenmekte. Yine kameralarla insanın her anı takip edilmekte, sistem ve onun belirlediği kurallar dışına çıkıldığında hemen cezalandırılmakta. Bu anlamıyla dünya koca bir zindana çevrilmektedir. Telefon, internet yine bu sistemin önemli argümanları haline getirilmiştir.

Bu anlamıyla bilim insanlık başına tanrı kesilmiştir. O her yerdedir, ne onsuz yapılır ne de karşı çıkılabilinir, ona göre uygunsuz hareketin günah sayılacak ve cezan ertelenmeden hemen kesilecektir.

Mevcut bilim insani ne kadar bunun farkında bilinmiyor, ancak bu haliyle insanlığın başına büyük bir beladır. Yine insanlığa, yaşama karşı suçlu durumda ve özeleştiri vermek zorundadır. Kendisini iktidar tekellerinden kurtarsa ancak özeleştirisini verebilir ve yaptığı tahribatları tekrar onarabilir. Bunun içinde Önderliğin dediği gibi “büyük düşünce savaşçısı olmak gerekmektedir. Aşk düzeyinde yaşama ve mücadeleye katılmak gerek.”

Yine bilimin öncülerini anması ve bağlılığı gereği bu tahribatları gidermesi bir zorunluluktur. Doğru kullanılırsa insanlığın en büyük nimeti olarak hep anılacaktır. Yoksa hep lanetlenecektir. Mevcut haliyle değil, evreni, yaşamı anlamamızı sağlaması, yarattığı atom bombalarının üstünde yaratacağı silahlarla insanlığın yaşamını sonlandıracak duruma gelmekten kurtulamayacaktır.