Kürtlerin öncülüğünde tüm halkların büyüttüğü demokrasi ve özgürlük mücadeleleri tanrıçaların bu topraklara ektiği özgürlük tohumunu yeşertecektir...
Ekin NEWROZ
Batının ekonomik pazarına tam olarak açamadığı Ortadoğu, üst üste yapılan müdahalelerle amaca uygun bir duruma getirilmeye çalışılıyor. 2000’li yıllarla beraber resmen açıklanmasa da başlatılan üçüncü dünya savaşının (Pazarları için yer açma savaşı) merkezi sahası Ortadoğu bölgesi oldu. Bu savaşın devam ettiğini güncel olarak yaşanan Suriye’de ki kaostan da anlayabiliriz. Bölgede Tunus ve Mısır ile başlayan halk ayaklanmaları oldukça önemliydi. Ancak halk ayaklanmalarını çıkarları doğrultusunda suiistimal eden batılı devletler Ortadoğu’daki kaosu ortadan kaldırma adı altında daha da derinleştiren bir pozisyon içerisinde oldular.
Arap, Süryani, Ermeni, Türk, Kürt ve daha ismini sayamadığımız birçok halkın içerisinde bulunduğu ayaklanma halini tek bir nedene bağlamak, bu topraklarda tüm diktatörlüklere rağmen demokratik yaşam özlemlerini korumuş ve devletin karışmadığı durumlarda çok zengin bir mozaik yaratmış olan halkların gerçeğine ters bir yorum olur. Tekçi ve baskıcı devlet sistemlerinin pratik uygulamaları nedeni ile nefes alamaz duruma gelen halklar özgürlük ve demokrasi talebi ile ayaklandılar. Sonuç almada ısrarlı oldular hatta taleplerin yerini bulmaması halinde Mısır’da olduğu gibi itirazlarına devam ediyorlar. Dolaysıyla Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri ak ve kara ikliminde değerlendiremeyiz. Ortadoğu halklarının talep ettiği ve mücadelesini verdiği demokrasi ve özgür yaşam koşullarına ulaşılmış değil. Gerici rejimlerin fırsatçı yaklaşımları kadar katliam tehlikeleri de var. Ortadoğu toplumlarının maneviyatını çökertip tüketim toplumunu yaratmak isteyen batılı devletler yozlaştırılmış İslamiyet üzerinden inançları çarpıtma yöntemini esas alıyorlar. Buna karşılık halkların özlem ve taleplerini güçlü örgütlemeden bu saldırılara direnmesi ve amaçlarına ulaşması mümkün görünmüyor. Toplumun demokrasi ve özgürlük talebi önemli bir dayanaktır ancak yaşanan kaosu öz savunma ve öz örgüt mekanizmaları üzerinden aşma gerekliliği her geçen gün biraz daha açığa çıkıyor. Dolayısıyla bölgede halkların özgürlük direnişi ile egemenlerin çıkarları çatışması devam edecek. ABD’nin başını çektiği batılı devletlerin en büyük kozu diktatörlüklere karşı içi boşaltılmış demokrasi numarası. Açık ki yaşanan diyalektik çelişki diktatörler ile batılı egemenler arasında değil bu her iki kesim ile halk arasındadır. Egemen sistemin alternatifi demokratik halk sistemleridir. Yani günümüzün temel ihtiyacı halkların demokratik özgürlükçü örgütlenme bilinci ve pratikleridir. İç sorunları devam eden Mısır, Tunus, Libya ve Suriye de bu alternatifi yaratma imkânları olsa da muhalefetin oldukça saptırılmış ve yandaş haline getirilmiş olması bu ülkelerin demokrasiyi kurma misyonuna hem zihniyet olarak hem de deneyim açısından hazır olmadıklarını gösteriyor. Kendini toparlayamamış olan Irak, her an dış müdahale bekleyen ve iç isyanları bağrında taşıyan antidemokratik baskıcı İran, batının ekonomik ve siyasi olarak çok oynadığı Katar gibi ülkeler de demokrasiyi inşa etme misyonunu oynayamazlar. Batı ve Ortadoğu ülkelerinin önemli bir misyon biçtiği Türkiye ise sıfır sorun politikasından komşularıyla sıfır uyum noktasına gelerek yavaş yavaş batağa saplandı. Yeni Osmanlı vizyonu hayallere karışıyor ve batının kirli işlerini yapan jandarma imajıyla hızla çıkmaza doğru sürükleniyor. Libya, Yemen ve Suriye’deki silahlı çeteleri beslemesi Türkiye’nin dışarıdaki maskesini düşürürken içerde de AKP’nin antidemokratik, tekçi gerçeğini örten maskesini Kürtler düşürüyor. Bu durum Türkiye’ye biçilen misyonu oynayamamasına ve imajının yıpranmasına yol açıyor. Türkiye’ye bu kadar misyon biçilmesinin nedeni, AKP’nin birçok Ortadoğu ülkesine göre daha fazla ABD’nin güdümünde olmasıdır. Bu durum bile kendi başına Ortadoğu müdahalesinin demokrasi amaçlı planlanmadığının somut bir ifadesi oluyor. Başta Kürt halkı olmak üzere tüm halklara karşı son derece anti demokratik tekçi polis ve ordu devleti uygulamalarının ülkesi olan Türkiye’den nasıl bir demokrasi alternatifi gelebilir ki? Mevcut durumda Suriye’de yaşanan kaosa rağmen Irak’a yapıldığı tarzda bir müdahalenin yapılmak istenmediği anlaşılıyor. Ortadoğu’nun köklü toplumsal gerçekliği nedeni ile bu yöntemin sonuç alıcı olmadığı anlaşılmış durumda. Bölge bir çözümsüzlük girdabında debeleniyor. Diğer taraftan ABD müdahalelerinin ile aşırı dinci İslami güçlerin eylemlerinin sorunları çözen değil tıkayan konumda olduğu ve halklara karşı aynı safta yer aldıkları açığa çıkmış durumdadır.
Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi özlemlerini pratikleştirecek, özgücüne dayanan yani söz konusu egemen güçlerin denetimine girmeyen, zihniyet ve örgütlenme modeli açısından alternatif oluşturan tek güç, Ortadoğu’nun dört ülkesinde demokrasi mücadelesinde büyük bedeller ödeyen Kürt halkı ve özgürlük hareketidir. Bu gerçeklik de giderek kabul edilen bir doğru. Kürtlerin daha uygun bir zeminde olmasının birçok nedeni var. En önemlisi saydığımız devletler gibi tekçi ve baskıcı devlet deneyimleri ve taleplerinin olmaması ve demokratik sistem amacını örgütleme de başarılı olmalarıdır. Diğer taraftan Kürtlerin örgütlü yapılarında demokrasi bilinci ve pratiği geliştiği kadar birlikte yaşadıkları halkları ve sınırları içerisinde oldukları devletleri de demokrasiye duyarlı hale getiriyorlar. Türkiye’de bugün demokrasi talebi bu kadar çok dilendiriliyorsa bunda Türkiye Kürtlerinin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önemli payı vardır. Kürtlerin tek alternatif olmasının bir diğer nedeni demokrasiyi istemekle kalmayıp inşa etmeleri ve somut bir pratiğe sahip olmalarıdır. Kürtler demokratik model oluşturan tek halktır. Örgütlenme modeli olarak çok güçlü bir alt yapıya sahip olan Kürtler, güncel olarak Demokratik Özerklik modelini pratikleştirme adımlarını mevcut durumda şimdilik Ortadoğu’nun en önemli iki ülkesi olan Suriye ve Türkiye’de gerçekleştiriyorlar.
Demokratik özerkliğin inşası Suriye’de günlük olarak devam ediyor. Yani Suriye’de 19 Temmuz’da Kürt devrimi gerçekleşti tanımı doğru bir tanımdır. Suriye Kürtlerinin bu devrimini batılı güçler ve demokrasi mücadelesini veren diğer bölge halkları da ciddi olarak takip ediyorlar. Buradaki Kürtlerin demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önemli bir geçmişi var. Suriye’de Baas rejimi döneminde hiçbir yasal hakka sahip olmayan Kürtler, çatışmasızlık pozisyonunda da olsalar örgütlü hareket etmiş ve ulusal mücadeleye büyük katkılarda bulunmuşlardı. Bu devam ediyor tabi. Önder APO’ya karşı gerçekleştirilen komplo sonrası Türkiye ile yapılan Adana anlaşmasından sonra Baas rejiminin Kürtleri görmezden gelme tutumlarına yoğun baskı politikası da eklenince halk açık bir direniş içerisine girmiş ve bedeller ödemişti. Suriye’de iç çatışma başladığı süreçlerde bu direniş devam ediyordu. Buna rağmen Suriye’deki Kürt özgürlük hareketi ABD ve Türkiye’nin çıkarları temelinde hareket eden silahlı çetelere katılmadılar. Sistemi demokratik mücadele yollarıyla değişime zorlama yöntemini esas aldılar. Bu anlamda Rojava Kürtlerinin mücadele yöntemi açısından da bir alternatif oluşturduğu ve bölgenin bütün halklarının demokratik haklarına ulaşmasında öncülük misyonu üstlenmişlerdir. Tabi esas olarak Suriye Kürtleri için önemli bir noktaya değinmek gerçeklik açısından önemli olacaktır. Türkiye’deki bazı politikacıların dile getirdiği gibi Kürt bölgesinin savaşın dışında kalması rejim güçlerinin ve Özgür Suriye Ordusunun lütfü değildir. Bu her şeyden önce Rojava Kürtlerinin savaşa girmeme, dış güçlerin oyunlarına gelmeme ve öz savunma örgütlenmelerini güçlü oluşturma gerçeğine dayanıyor. Bu duruş batı Kürdistan’ın en güvenli bölgeler olmasını ve buradaki Kürt hareketinin ciddiye alınan bir muhatap olmalarını sağlamıştır. Bilindiği üzere Suriye’de iç savaş süreci başladığında Kürtlerin temsilcileri birçok defa Kürtlerin ne Baas rejimi ne de Özgür Suriye Ordusu tarafında yer almadıklarını halkların ve inanç gruplarının demokratik haklarını güvence altına alacak Demokratik Suriye ve Demokratik Özerk Kürdistan’ı savunduklarını, kısacısı demokrasi taraftarı olduklarını ilan etmişlerdi. Kürtler bunu ilan etmekle kalmadı pratik olarak da gereğini yaptı. Rejim güçlerini kendi bölgelerinden savaşa başvurmadan, örgütlenmiş toplumun baskısını uygulayarak söküp attı. Kendilerine has bir demokrasi mücadele yöntemi seçen Kürtlerin bu pozisyonu hem Ortadoğu egemenliğinde pay sahibi olmak isteyen Türkiye gibi devletleri hem de önce bölgeyi karıştırıp sonra meyvesini yemek isteyen batılı devletleri rahatsız etti. Buna karşılık Kürt bölgelerinde sağlanan güvenlik ve birlikte yaşama modelinden Kürt kentlerinde yaşayan diğer halklar oldukça memnun. Mevcut durumda Suriye Kürtleri Demokratik Özerk Kürdistan’ın örgütlenme modelinin en önemli ayağı olan halk meclislerinde bütün etnik ve kültürel kesimlerin temsiliyetini esas alıyor. Tüm kültürel ve inanç gruplarının kendini ifade edebildiği bu oluşumlarda, Arap, Süryani, Ermeni ve Kürt halkları birlikte kararlar alarak ortak yaşam modelinin somut pratiğini sergiliyorlar. Halk meclisleri sadece örgütlü olmayan kesimleri değil örgütlü parti ve kurumları da bir çatı altında topluyor. Bu örgütlenme sürecinin öncülüğünü yapan güç tabi ki Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD) oldu. Tabi bu süreç içerisinde Türkiye gibi ülkelerin tüm tahrik ve tehditlerine rağmen Kürtler hem içerde hem de dış politikada tüm oluşum ve kesimlerle diyaloga açık biçimde hareket ettiler. Kürtler Rojava’da hiçbir dış güce dayanmadan tamamen halkın öz gücüne dayanarak Halk Savunma Birliklerini (YPG) kurdu. Yıllarca Baas rejiminin yoğun baskıları nedeniyle örgütlenme özgürlüğü olmayan Rojava halkı şimdi hem savunma hem de siyasi örgütlenme açısından ciddi bir kenetlenme ve demokratik yapılarını inşa sürecini yaşıyorlar. Rojava’daki herhangi bir eve girdiğinizde aynı evden hem YPG üyesi hem de siyasi parti veya kadın örgütü üyesi bireyleri görmek mümkün. Örgütlü, bilinçli ve kararlı toplumun somut örnekleri bunlar. Ayrıca Kürtlerin denetiminde olan bütün kentlerde Kürt, Arap, Süryani veya Ermeni ayrımına gitmeden mazot ve gıda gibi temel ihtiyaçların eşit dağıtıldığını ve hiçbir kesimde hak gaspı duygusu uyanmadan sorunların çözülebildiğini de görebiliriz. Kürtlerin demokratik özerklik sistemlerinde, bütün kültürel ve inanç toplulukları, karşılıklı güven ilişkisini, ciddi anlamda yaratmış durumdalar.
Rojava’dan bakınca Kürt devriminin hangi boyutlarda gerçekleştiğini ve Kürt devriminin Suriye’nin şekillenmesinde hangi noktalarda etkide bulunacağını daha iyi anlayabiliriz. Devrimin hangi noktalarda gerçekleştiği ve sürdüğünü şöyle sıralayabiliriz; Birincisi; Kürt kadınlarının rojava devriminde önemli bir misyona sahip olması ve aktif öncülük pozisyonunda olması demokratik toplum inşasının ne kadar sağlam temellere dayandığını gösteriyor. Kürt kadınları politik örgütlenmeler içerisinde, toplumsal ve ekonomik alan kurumlaşmaları içerisinde ve halk savunma birliklerinde en üst düzeydeki yetkili organlardan tabana kadar her türlü çalışmada yoğun olarak yer alıyorlar. Kadınların bu kadar aktif olması Kürt devriminin demokratik ilkelerinin pratikleşmesi ve kalıcılaşması açısından çok önemli bir husus. Kürt kadınlarının bu durumuna karşılık Arap ve Suriye’de yaşayan diğer halklar da kadınların politik yaşamda hemen hemen hiç yer bulmaması gibi bir gerçeklik de var. Nitekim şimdiye kadar demokratik siyasetin gelişmemiş olması toplumun çok önemli bir dinamiği olan kadınların yaşam dışı olmalarından kaynaklanıyor. Kürt kadınlarının bu kadar aktif olması ve diğer ulustan kadınlarla özgür yaşamın mücadele ilkeleri üzerinden ilişkilenmeyi esas alması kadının demokratikleştirici gücünün Suriye’nin yeniden inşasında temel bir etken olacağını gösteriyor. Kürt kadınları diğer uluslardan kadınlarla salt güncel siyasal ihtiyaçlar üzerinden değil uluslar üstü olarak çağımızın en önemli sorunu olan toplumsal cinsiyetçilik sorunları nedeniyle de buluşuyor. Yani önümüzdeki süreçte Suriye’nin en önemli değişim gücü kadınlar olacak. Devrimin ikinci önemli başarısı ise, Kürtlerin iç içe yaşadığı bölgelerde halklarla hiçbir baskıcı, aşağılayıcı, egemen yaklaşıma zemin bırakmadan diyalog içinde olması ve demokratik sistemini inşa etmesidir. Kürtlerin oluşturduğu ve diğer etnik ve kültürel gruplardan insanların da içinde yer aldığı YPG, tüm halkların ortak savunma gücü durumunda. YPG’nin en temel ilkesi mümkün olduğu sürece savunma pozisyonunda kalarak halkların savaş koşullarına girmesini engellemek. Ancak gelebilecek saldırılara karşı da aktif ve etkili misilleme yapmak için çok kapsamlı ve güçlü bir örgütlenme ağı ile hazırlıklı olmaktır. Bu nedenle YPG, Kürtleri farklı ve güçlü kılan çok önemli bir pratik oluşumdur. Kürt bölgesinde Kürtlerle birlikte yaşayan Arap, Süryani, Ermeni halkları barış ve güven içinde ortak yaşamlarını hala sürdürüyorlarsa bu YPG’nin varlığı sayesindedir. Öyle ki kimliği ne olursa olsun Suriye yurttaşlarının Halep ve Şam gibi savaşın yoğun olduğu bölgelerden akın akın göç ederek Kürt kentlerine yerleşmesi YPG’nin duruşunun ne kadar etkili olduğunun bir diğer göstergesidir. Bu gelişmeler dışarıdan bakılınca çok normal gelebilir ancak Rojava’ya gidildiğinde bu örgütlenmelerin ve gelişmelerin halkta yarattığı heyecan ve güvenin devrim düzeyinde olduğunu görmek mümkündür. Halklar açısından bakıldığında bu kadar olumlu olan tablo, Suriye’yi sömürmek isteyen egemen güçler açısından bir o kadar olumsuz olarak değerlendiriliyor. Kürtlere neden bu kadar saldırıldığını ve neden savaşın içine çekilmek istenildiklerini, ifade edilen bu gerçekliklerden sonra daha iyi anlayabiliriz.
Kürtlerin üçüncü bir güç olarak Ortadoğu ülkelerine öncülük edeceği korkusunu egemenler yaşıyorlar. Rojava’daki Kürt oluşumuna bu kadar stratejik ve ciddi yaklaşıyorlar. Buna karşılık bütün halkların Baas rejimine karşı tepkileri büyüdüğü oranda Suriye’deki iç savaşta rol oynayan batılı güçlere ve Türkiye ve Katar gibi bölge ülkelerine de tepkileri yükseliyor. ABD ve Türkiye’nin güdümünde olan çoğunlukla Afgan, İran, Türk ve Suudi gibi ülkelerden gelen Arap uyruklu kişilerden oluşan kısmen de ajanlaştırılmış Kürtlerin yer aldığı Özgür Suriye Ordusu açık ki öyle anlatıldığı gibi Suriye halklarının demokrasi mücadelesi amacıyla hareket etmiyor. Geçen bir buçuk yıllık pratiklerinde bu gerçeklik oldukça net bir biçimde açığa çıktı. Öyle ki tamamen barışçıl yöntemleri esas almış Kürtlere de Türkiye’nin yönlendirmesi üzerinden saldırdılar. Sadece rejim askerlerine saldırmıyorlar Suriye halklarına karşı tecavüz, katliam ve işkence gibi ciddi gayri ahlaki ve zalimce pratikler sergilediler.
Tüm bu olumsuz tablonun içerisinde durumu en iyi olan Kürtler de öz güven geliştiği gibi daha yolun başında olduklarının da farkındalar. Kürt halkının en güçlü kenetlenme merkezi Önder APO’ya olan sonsuz bağlılık durumudur. Bu bağlılık temelinde Kürdistan’ın en küçük parçasında gerçekleşen demokratik özerklik devrimi Kürdistan’ın diğer parçalarına da somut bir pratik olarak öncülük ediyor. Halk meclisleriyle, halk mahkemeleriyle, öz savunma gücüyle, demokratik siyaset kuruluşlarıyla ve sosyal kurumlarıyla Önder APO’nun paradigmasını pratikleştirmeye çalışan Rojava Kürtleri aynı zamanda bütün Kürtler ve Ortadoğu halkları için ön görülen demokratik ulus, demokratik toplum modelini pratikleştiriyorlar. Bu durum bir stratejik temsiliyetin ifadesidir. Devrim heyecanı, özlemini duyduğumuz özgürlüğün adımları oluyor. Rojava halkının tüm ekonomik sıkıntılarına ve fakirliğine rağmen dört elle sarıldığı ve büyük heyecan duyduğu devrim işte böyle gerçekleşiyor.
İnanıyoruz ki, acıların yanında atılan özgürlük adımları mutlaka yarınların sevincine dönüşecektir. Kürtlerin öncülüğünde tüm halkların büyüttüğü demokrasi ve özgürlük mücadeleleri tanrıçaların bu topraklara ektiği özgürlük tohumunu yeşertecektir. Bu inançla Rojava devrimini gönülden selamlamak hakkaniyetin ta kendisidir.