Günlük ilişkilerde bile birçok kez, çeşitli siyasi, askeri, diplomatik...
Herdem Serhıldan
Sömürgeci Türk devleti, Kürdistan ve Kürt halkı söz konusu olunca büyük bir küfür ve yalan devletidir. Bu tespit diğer azınlık halklar, inançlar için de geçerlidir. Fakat en büyük küfür ve yalan Kürt ulusu-Kürdistan için kullanıldığı için, esas olarak yazıyı bu konuyla sınırlı tutmaya çalışacağım.
Yalan, sözlük anlamıyla bir insanı, toplumu kendi çıkarları temelinde kısa ve veya uzun vadede aldatmak amacıyla, bilerek ve gerçeğe aykırı olarak, hakikati örtbas etmek için uydurulan, aslı olmayan söz veya sözler olarak tanımlanmaktadır.
Yalan kadının bir cins olarak baskı altına alınmasından itibaren ortaya çıkmış, egemenliğin devlet biçiminde sistemleşmesinden sonra daha sistemli bir hal almıştır. Haksızlığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin olduğu her zaman ve mekânda ortaya çıkar ve daha çok var olan durumu idare etmek, sürdürmek ve meşru kılmak için de daha fazla yalana başvurulur.
Günlük ilişkilerde bile birçok kez, çeşitli siyasi, askeri, diplomatik, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, hukuki vb. nedenlerden dolayı da ezen-ezilen farkı olmaksızın da yalan söylenir. Samimi olmayan yaklaşımlar gösterilir. Bunlar ayrı bir yazının konusudur. Dolayısıyla sorunumuz şu anda bu değildir.
Aldatmak kadar, gerçeği gizleme ve inkâr etme de yalanın bir biçimidir. İslam dininde buna küfür de denilmektedir. Kuran-ı Kerim’in üzerinde en fazla durduğu konulardan birisi de yalan, yalancılık, küfür vb. kötü yaklaşımlardır.
Uluslararası bir anlaşma olan Lozan anlaşması, Kürtler ve Kürdistan için tam bir inkâr, yalan, aldatma ve küfür anlamına gelmektedir. 1923 yılının 24 Temmuz’unda resmi olarak biten bu anlaşmanın en dikkat çeken yönü, Kürdistan’ı parçalamasına ve Kürt ulusunu yok sayarak inkâr etmesine rağmen anlaşma metninde tek kelimeyle ne Kürt ulusundan, ne de Kürdistan’dan söz eder. Dolayısıyla Lozan anlaşması Kürtler için en büyük inkâr ve küfür olmaktadır.
Amasya tamiminde, Erzurum ve Sivas kongrelerinden başlayarak Cumhuriyetin ilanına kadar olan süreçte, her zaman Kemalist liderlik ve kadrolar, meclis üyeleri Kürt ve Kürdistan’dan söz ederler. Ancak 29 Ekim 1923’te, yani Türkiye Cumhuriyet’in kuruluş ilanıyla birlikte Kürtler-Kürdistan inkâr edilir. Sömürgeci Türk devleti, Kürt ve Kürdistan’ın inkârını esas alır bir biçimde “ tek vatan, tek ulus, tek dil, tek bayrak” temelinde ilan edilir. Dolayısıyla Türk cumhuriyeti bir yalan, inkâr ve bir küfür cumhuriyeti ve devleti olarak kurulur. Hamuru, küfürle ve inkârcılıkla mayalanmıştır. İlk ve en büyük yalan böylelikle söylenmiş, küfür edilmiş, hakaret yapılmış olur.
"Devletimiz milli (ulusal) bir devlettir. Çok milletli bir devlet değildir. Devlet Türk’ten başka bir millet tanımaz. Memleket dâhilinde eşit hak ve hukuka sahip olması gereken ve başka ırktan gelen kimseler de vardır. Fakat bunlara da ırki durumlarına uygun olarak haklar tanımak veya bu anlama gelecek sözler etmek caiz değildir... Her yeni millet gibi Türk milleti de aynı ırktan gelmeyen kimseleri içerebilir. Ancak Türklük camiasıdır ki, bütün uruku (ırkları) bir arada toplamak kabiliyetine sahiptir." Aktardığımız bu kısa paragraf, Kürtler ve diğer halklar söz konusu olduğunda hem inkâr, hem küfür, hem kibir, hem yalan ve hem de hakarettir. Bu paragraf 1924 anayasasının gerekçesidir. Aynı anayasanın 88. Maddesinde de "Madde 88- Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyie (Türk) ıtlak olunur." denilmektedir.
Bir kez böyle bir yalan ve küfür dile getirildikten sonra, bu kez bu yalan ve küfüre itiraz eden, direnen kim varsa hedef alınır ve tasfiye edilmeye, etkisizleştirilmeye çalışılır. Bir ulusun katliam emri verilmiş ve buna giriş yapılmıştır. Bu kez, bu katliama karşı çıkacak, deşifre edecek hiç kimseyi ortada bırakmamak üzere bir program yapılır. Nitekim buna itirazı olan Şeyh Sait ve 47 yoldaşının idamı ve binlercesinin katliamı, yakılıp-yıkılan köyler, sürgüne gönderilen on binlerce insan bu yalan ve küfür sisteminin egemen olması için yapılmıştır. Şark Islahat planı tam da budur! Bu planın 13. Maddesinde öyle bir yalan ve inkâr vardır ki, Kürdistan il ve ilçeleri sayılırken, “aslen Türk olup Kürtlüğe mağlup olmaya başlayan” denilmektedir.
Türk ulus devleti bu anlamda bir inkâr, yalan ve küfür devleti olarak kuruldu ve kendisini bugünlere getirdi. Yalanını gizlemek için, yalanını, inkâr ve küfür sistemini meşrulaştırmak için resmi bir ideoloji geliştirdi. Güneş dil teorisi, Türk tarih tezi bu temelde şekillendi. Başta Türkler buna inandırıldı. Hatta Kürtlerden hiç te küçümsenmeyecek bir kesim böyle bir resmi ideoloji ve büyük yalana inandırıldı. Öyle ki her sabah Kürt çocukları “ türküm, doğruyum çalışkanım… Varlığım Türk varlığına armağan olsun/ ne mutlu Türküm diyene” dedirtile dedirtile kendisini inkâr etti, yani kendisine küfür ettirilerek, aşağılatılarak böyle bir noktaya getirildi.
Türkler ve diğer azınlık kültürler, “Edirne’den Karsa kadar benim eşsiz bir yurdum var/ ister savaş ister barış vermem ondan ben bir karış” şiirleriyle Kürdistan Türk yurdu-vatanı sayıldı.
Artık yalan yalan üstüne söylenmeye başlandı. Tek vatan, tek millet, tek dil, tek bayrak yalanı bir kez söylendikten sonra, artık o yalanın üstünü örtmek için daha kocaman, daya yaldızlı yalanlar birbirinin üstünü örtecek tarzda üstüne üretildi. Siyasetçiler, askerler, hukukçular, bilim insanları, sanatçılar, eğitimciler vb. her gün, her saat ve her adımda söylenen yalanın üstünü kapatmak, gerçeği gizlemek için adeta “yalan delisi” oldular. Bunu işinde, gücünde, tarlasında olan masum insanlara da bulaştırdılar. Ve bir yalancı topluluk ortaya çıktı.
Sömürgeci AKP devleti ve Fethullah Gülen çetesi, bu yalanı, yalanı en büyük günah sayan kutsal İslam dinini kullanarak hala da sürdürmektedirler. Çünkü sömürgeci Türk devleti varlığını ve geleceğini bu yalanda buldu, bu yalanın ancak daha da derinleştirilmesi temelinde sürdürebileceğine inanmaktadır. Yani öyle bilinmeden yapılan veya safça yapılan bir durum yok. Herkes ne yaptığını bilir durumdadır.
Kuran-ı Kerim yalan-yalancılık ve küfrü bağışlanması çok zor olan en büyük günahların başında saymaktadır. Bu nedenle de Kuran-ı Kerimin Türkçe mealinde, 147 kez yalan, 45 kez yalancı kelimesinden 183 kez de küfür’den söz etmekte ve çok sert bir biçimde yalan, yalancıyı ve küfrü mahkûm etmektedir. Çünkü kutsal İslam dini, bir yalan ve küfür sistemine karşı geliştirilmiş bir çıkışın, devrimin adıdır.
Kürt ulusunun haklarınının üstünü örtmek, gizlemek, olandan az göstermek en büyük küfür olmaktadır. İnkâr etmek ne kadar küfür ise, böyle yaklaşmakta o kadar küfürdür. Küfür, yalan ve yalancıları bu kadar eleştiren, cezalandıran İslam dini adına Kürdü inkâr etmek, onun ulus olmaktan kaynaklanan haklarını kabul etmemek, onun ülkesi, dili-kültürüyle, savunma gücü ve ekonomisiyle özcesi tüm haklarıyla tanımamak en büyük küfür değil de nedir? Bunu hakimiyeyi milliye adına, yani hâkim ulus adına yapmak kibir değil midir? Peki, kibirin kendisi en büyük küfür değil midir?
Sömürgeci AKP devletinin başı ve etrafındakiler, medyası vb. kesimler hala sorunun adını Kürt sorunu değil, Kürt kökenli kardeşlerimin sorunu, terör sorunu, terör belası vb. olarak tanımlamaya devam etmektedirler. Yani küfre devam! Öte yandan da “ çözüm süreci” diyorlar. Ve toplumun büyük bir çoğunlukla “ süreci desteklediklerini” belirtmektedirler. Tabi Türk ve Kürtlere “ terör sorununu çözeceğim, PKK’yi silahsızlandıracağım, anaların gözyaşlarını dindireceğim” diyorlar. Bu durumda elbette, büyük yalan temelinde, yani resmi yalanın her gün bin bir türünün üretildiği yalana inandırılmış Türk toplumunun AKP’nin İmralı’da Kürdistan halk Önderi ile yaptığı görüşmeleri desteklemelerinden daha doğal bir şey olamaz. Böylelikle sömürgeci sistemin başbakanı t. Erdoğan yerel yönetim seçimlerini de, cumhurbaşkanlığını da garanti altına almış olmaktadır.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, denir. Fakat bu resmi yalan ve küfür sistemi nice yatsılar geçti ama bir türlü sönmedi. 89 yıldır yanmaya devam etmektedir. Çünkü bu “masum” ve “çocukça” uydurulan bir yalan değildir. Büyük bir zulüm eşliğinde sürdürülen bir yalan ve küfürdür. Dersim isyanının ölümsüz önderi Seyit Rıza darağacına çıkarken, işte bu küfür ve yalan sistemi için “ senin yalanlarınla baş edemedim, bu bana dert oldu, ben de senin önünde diz çökmedim bu da sana dert olsun ” diyordu.
Kürt ulusu artık bu yalan, inkâr ve küfür devletinde yaşamak istemiyor. Sömürgeci Türk devletinin resmi ideolojisiyle kendi vatan parçası saydığı Kürdistan’daki varlığı çok ciddi bir biçimde sorgulanmaya başlanmıştır. Kürtler, “Türk sömürgecilerinin bu topraklarda ne işi var, hangi hakla bu topraklarda bulunuyorlar?” diye sormaya başlamışlardır.
Artık bu yalan, küfür ve zulüm karanlığı Kürdistan’da sökmez! Sökmüyor, sökmeyecekte. Bundan tam kırk yıl önce Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan 24 yaşında bir genç olarak altı Kürdistanlı gençle yaktığı Newroz ateşi Kürdistan ı aydınlatıyor. Türk sömürgeciliği kendi yalan ve küfür karanlığında can çekişiyor.
Boğazından çıkan hırıltıları duymuyor musunuz?