AKP Hükümetinin Kürt Özgürlük ve Demokrasi Güçlerine karşı yürüttüğü mücad...
Cemal Şerik
Önder Apo’nun yapmış olduğu çağrı ve ardı sıra yaşananlar, siyasal gündemin temel maddesi olarak yerini korumaya devam ediyor. Bu gündemler arasında da, daha çok PKK’nin silahlı güçlerinin Bakur Kürdistan’ından çekilme takvimi ve bunun nasıl gerçekleşeceği konusu öne çıkarılmış bulunuyor. Bu öne çıkarış ise, hükümet ve ona yakın olan çevreler tarafından gerçekleştiriliyor. Aslında öne çıkarılan bu tartışmalarla bir nevi PKK üzerinde “mahalle baskısı” oluşturulmak isteniyor.
Bunlar anlaşılmaz değil. R .T. Erdoğan’ın Baş danışmanı Yalçın Akdoğan’ın belirttiği haliyle de “devam eden mücadelelerinin” bir gerçekleşme biçimi oluyor.
AKP Hükümetinin Kürt Özgürlük ve Demokrasi Güçlerine karşı yürüttüğü mücadelenin devam ettiği gerçeği kamuoyu tarafından ne kadar doğru anlaşılıyor? Bu soruya verilecek olan cevap hergeçen gün biraz daha önem kazanıyor. Çünkü tek yanlı enformasyonda bulunuluyor. Yorum biçimi ve üslupta bazı farklılıklar olsa da bir merkezden kaynağını alan bilgi akışı ve yapılan yönlendirmeler buna göre kamuoyu algısının gelişimine neden oluyor.
Mevcut durumda da kamuoyunda; Önder Apo ile devletin anlaştıkları ve PKK’nin kayıtsız şartsız silahı bırakacağı, Kürdistan’da halkın savaştan bıktığı; ne olursa olsun mücadeleye karşı olduğu vb. yönde algı geliştiriliyor ve bu hâkim bir kabul ediş haline getirilmeye çalışılıyor.
Böyle bir algının geliştirilmesi içinde özel-resmi tüm TV kanalları, radyolar, gazete ve dergiler de harekete geçirilmiş bulunuyor. Bu kadar ideolojik bir bombardımanın tazyiki altında kamuoyunun etkilenmemesi, mümkün görünmüyor. Geçmişte benzeri ideolojik bombardımanlar altında kamuoyu yönlendirmeleri yaşanmıştı. Özellikle de Kürt Özgürlük ve Demokrasi Güçlerine karşı bu gerçekleştirilmişti. Bunun sayısız örnekleri de bulunmaktadır. Şimdi de benzeri bir yaklaşım devreye konulmuş bulunmaktadır.
Bir halk değişi var. Orada “bir kişiye kırk defa deli dersen, o deli olur” denilmektedir. Akıllı birine kırk kere deli denildiğinde, o deli olduğuna göre; kırk yerden, günde kırk kere kulağına gözüne, beynine girilerek enforma edilen bir kamuoyunda buna göre bir algının gelişmeyeceğini düşünmek olası değildir.
Türkiye’de kamuoyu bu hale getirilmektedir. Bunun ise son derece tehlikeli bir sonuç yaratacağı açıktır. O nedenledir ki, başta devrimci, sol, demokrat vb.ler olmak üzere tüm duyarlı çevrelerin Önder Apo ve devlet arasında yapılan görüşmeleri kamuoyuna doğru anlatması ve buna göre de bir anlaşılmayı sağlamaları gerekmektedir.
Öncelikli olarak; Kürt Özgürlük ve Demokrasi Güçleri ile Devlet arasında yapılan görüşmeler yeni başlamamaktadır. Arada kesintiler olmakla birlikte yaklaşık yirmi yıldır bu görüşmeler bir biçimiyle yürütülmektedir. Bu şekilde karşılıklı savaşan taraflar olarak, sorunun çözümünde farklı bir yol arayışı her zaman var olmuştur. Gelinen aşamada ise tarafların reddetmedikleri ve doğrudan sürdürülen görüşmeler halini almıştır.
Bu noktadan hareketle de yapılan görüşmelerde taraflar birbirlerinin talepleri ve hassasiyetleri karşısında duyarsız değillerdir. Var olan bu görüşmelerde de, karşılıklı kabul edilebilirlikler her zaman olanak dâhilinde yer almaktadır. Bu anlamda bir ret ediş ya da taraflardan birinin, diğerinin söylediği her şeyi kayıt şartsız kabul etmesi söz konusu değildir.
Gerçekleşen görüşmelerde de, sorunların farklı yöntemler kullanılarak çözümünün sağlanması için bu hususlar önemli yanlar olarak öne çıkmışlardır. Basına yansıyan ve kamuoyuyla paylaşılan, yapılan görüşmelere dair bilgilendirmelerde de bu hususlara yer verilmektedir. Bunlar aynı zamanda sorunların çözümü için atılan iyi niyetli adımlar ve samimiyet göstergeleri olarak kabul görmüşlerdir.
Var olan bu gerçekliğe rağmen; Önder Apo ve devlet arasında yapılan görüşmeleri olduğundan farklı kamuoyuna göstermenin ve farklı bir algıya dönüştürülmek istenmesini iyi niyetli ve samimi bir yaklaşımla değerlendirmenin anlamı olamaz. Burada farklı niyet ve yaklaşımların devreye girdiği anlaşılmaktadır.
Buda çok daha fazla bir duyarlılık ve hassasiyeti gerekli kılmaktadır. Türk Başbakanı R. T. Erdoğan kendisine güvenilmesini istemektedir. Bunu defalarca da kamuoyuna açıklamış bulunuyor. Elbette R. T. Erdoğan’ın söylediklerini burada tartışmak doğru değil. Fakat burada başka bir gerçeklik daha var. O da R. T. Erdoğan’ın zaman zaman yapmış olduğu kendi konuşmalarıdır. Çoğu zaman kendi güvenlik soru olduğunu, çalışma odasına dinleyicilerin vb. yerleştirildiği söylemektedir. Bu konularda kamuoyuna yansıyan tahkikat haberleri de söz konusu olmuştur. Hatta yapmış olduğu birçok konuşmada hükümet koltuğunda oturan kişi olmasına rağmen üslupta muhalefet dili söz konusu olmaktadır. Buda beraberinde birçok soru işaretinin oluşmasına ve verdiği sözü ne kadar yerine getirebileceğine dair birçok kuşkuya neden oluyor. O nedenle de burada sorun “güven” ya da “güvensizlik” boyutlarını aşıyor.
Bu noktada da öne çıkan sorun, tüm bu belirsizlikler ortamında R. T. Erdoğan’ın kendisi vermiş olduğu güvencelerin ne kadarını yerine getirebileceği konusunda da güven verebiliyor, ya da böylesi koşullarda vereceği güvencenin ne kadar kabul görebileceği konusunda yeterince ikna mı?
O nedenledir ki, Önder Apo ile devlet arasında görüşmelerin gerçekleştiği bir süreçte farklı niyet ve yaklaşımların devreye girdiği bir süreçte “bana güvenin” sözü, kişinin niyet ve samimiyetinin sorgulanması bir yana, fazla bir önem ve bağlayıcılık ifade etmiyor.
Özelliklede PKK’nin silahlı güçlerinin nasıl geri çekileceği ve takvim belirlemesi konusunda bu kendisini çok yakıcı bir şekilde gösteriyor. Önder Apo’nun esareti sonrasında yaşananlar hafızalardadır. Yüzlerce gerilla yaşamın kaybetmiş ve bir o kadar da yaralananlar olmuştur. Yine bu geri çekilme esnasında birçok gerillanın akıbeti hala belirsizliğini korumaktadır. Bunlar daha aydınlanmamıştır.
Önder Apo, PKK’nin silahlı Güçlerinin çekilme çağrısını yapmıştır. PKK yönetimi de bu çağrıyı kabul ettiğini açıklamıştır. Daha önce de PKK’nin, Önder Apo’nun çağrıları konusundaki yaklaşımının ne olduğu bilinmektedir. Zindanlarda başlayan Açlık Grevleri Önder Apo’nun çağrısı ile son bulmuş, yine esir asker ve devlet görevlileri serbest bırakılmış, en son olarak da 21 Mart’tan itibaren de “Çatışmasızlık” ilanın da bulunulmuştur. Bu anlamıyla savaşın bir tarafı olarak PKK bugüne kadar Önder Apo’nun çağrısı ve verdiği sözlerin gereklerini yerine getiren konumundadır. Onun içindir ki, silahlı güçlerini geri çekeceğine dair yapmış olduğu açıklamanın gereklerini yerine getireceğinden de kimsenin bir kuşkusu olmamalıdır.
Bu gerçeğe rağmen R. T. Erdoğan’ın sözüne güvenilmesi gerektiği yönünde yapmış olduğu açıklamaların her hangi bir karşılığı henüz kendisini herhangi bir şekilde göstermemiştir. Aksine PKK’nin atmış olduğu her adım “daha, daha” istekleriyle karşılığını bulmaktadır. Buda ister istemez beraberinde kuşkuların oluşmasına neden olmaktadır. Var olan bu kuşkularda daha çok halk içerisinde oluşmaktadır. Bunu da son derece doğal karşılamak gerekmektedir. Özellikle de R.T. Erdoğan’ın açıklamalarına rağmen askeri harekâtların durmamış olmaması buna neden olmaktadır. Bu konuda HPG kaynaklarının, Newroz birlikte yaşanan askeri hareketliliğe ilişkin vermiş olduğu bilgiler de dikkat çekici olmaktadır.
HPG kaynaklarının verdiği bilgide; 21 Mart’la birlikte Türk ordu birliklerinin askeri hareketliği devam etmektedir. Buna göre; 21 Mart günü Haftanin’e, 22 Mart günü de Zap’a yönelik havan ve obüs atışları yapılmıştır. 25 Mart günü Haftanin’e savaş helikopterleri, obüs ve havan atışları devam etmiş, 26 ve 27 Mart tarihlerinde de havan ve obüs atışları sürmüş, yine 25 Mart günü Medya Savunma Bölgeleri üzerinde savaş uçakları dolaşmış ve süre içerisinde alan üzerinden keşif uçakları eksik olmamıştır. Bakur Kürdistan’ı sınırları içierisinde de aynı şekilde askeri hareketlilik ve siyasal soykırım saldırıları devam etmiştir.
21 Mart günü Önder Apo’nun yapmış olduğu çağrının ardından bu şekilde askeri hareketliliğin devam etmiş olması beraberinde, R. T. rdoğan’ın verdiği güvenceyi fiilen boşa çıkarmış olmaktadır. Bu noktada Önder Apo’nun belirttiği ve PKK yönetiminin de katıldığı “TBMM rolünü oynamalıdır” biçiminde ki görüşün ne kadar isabetli ve doğru olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu aynı zaman da R. T. Erdoğan başta olmak üzere AKP Hükümetinin zorlandığı bir konunun aşılmasını sağlayacağı gibi, elini de güçlendirmiş olacaktır.
Meclisin alacağı bir kararın hükümetin atacağı adımlara sağlayacağı katkı ve vereceği güç kuşkusuz büyük olacaktır. Burada anlaşılmayan yön ise bu gerçeğe rağmen, AKP Hükümeti içerisnde net bir görüş birliğinin oluşmamış olmasıdır. Bir kısım AKP yöneticisine göre Meclis devreye girebilir denilmesine rağmen, diğer bir kısım da “bu hükümetin işidir” diyebilmekte, hatta “meclisin devreye girmesi PKK’yi meşrulaştırır” vb. değerlendirmelerde bulunabilmektedir.
Savaşan güçlerden olan ve yapılan görüşmelerde muhatap konumundaki tarafın, karşısındakinin “meşrulaşacağı” yönünde anlamsız bir kaygı belirtmekte olması beraberinde güven ve kuşku sorununun devam ettiğine işaret etmiş olmaktadır. Çünkü görüşen taraflar açısından meşruluk sorunu masaya oturulduğu andan itibaren son bulmuş olmaktadır. Eğer buna rağmen hala “meşruluk” sorunu deniliyorsa, Kürt kamuoyunun ve PKK’nin sürece ilişkin belirtiklerini, güvence istemlerini haklı kılmaktadır.
Bu konuda başta R.T. Erdoğan olmak üzere AKP Hükümetinin tutumunda net olmayan yönlerin olduğu açığa çıkmaktadır. Bu kullandıkları söylemler itibarıyla da böyle bir kanaatin gelişmesine neden olmaktadır. “Kazan, kazan” formülünden ve var olan görüşmelerin belirli bir sonuca bağlanması halinde bunun Türkiye’ye kazandıracaklarının büyük olacağını belirtmektedirler. Bir yanda bunu derken, diğer yandan da hala yapılan görüşmelere olduğundan farklı bir görünüm verilmeye çalışılıyorsa, “Türkiye’nin yararına” derken de net olmayan görüşler söz konusudur.
AKP Hükümet yetkilileri içerisinde bulundukları çözüm arayışları için sorun “üzüm yemek, bağcıyı dövmemek” diyorlardı. Anlaşılan o ki, bu sözü söylerlerken aslında “hem üzümü yemekten, hemde bağcıyı dövmekten” bahsetmiş oluyorlar ve bunun da kabul edilmesini istiyorlar.
PKK’nin yürütmüş olduğu haklı mücadelesi, belirli bir gelişme yaratmıştır. Bu herkes tarafından da kabul görmektedir. PKK’nin yaratmış olduğu bu gelişmelerden AKP Hükümeti de yararlanmıştır ve hala da yararlanmaya devam etmektedir. En son olarak Önder Apo’nun 21 Mart’ta yaptığı açıklamanın ardından yaşananlar da bunun böyle olduğunu göstermektedir.
21 Mart’ın hemen ardında İsrail Türkiye’den özür dilemiştir. Türk Lirası, ABD Doları karşısında değer kazanmıştır. Uluslararası Güçler, Önder Apo’nun çağrısından sonra “Türkiye’nin yıldızının parladığı” yönünde değerlendirmelerde bulunmaktadırlar. Buna içerisine girilecek olan turizm sezonunda yaşanacak olan patlamayı da eklemek gerekmektedir. Daha söz halindeyken yapılan bir çağrı bu kadar etkili olduğuna göre, bu sözün hayata geçmesiyle birlikte ortaya çıkaracağı sonuçların boyutu da kendiliğinden anlaşılır olmaktadır.
Bu gerçeğe rağmen R. T. Erdoğan başta olmak üzere AKP Hükümetinin, PKK ve Kürt kamuoyunun güvence istemeleri karşısında, içerisine girmiş oldukları tutumun izahı ve ikna edici bir yanı bulunmamaktadır. Bu çok net olarak da anlaşılmaktadır.
Bu daha ne kadar böyle devam edecektir. Bu konuda bir şey söylemek mümkün değil. Zorlanmalar da anlaşılmaz değil. Fakat işin daha başındayken, AKP’ hükümetinin de elini güçlendirecek olan gerekli olan güvencelerin sağlanması konusunda bu kadar kendi kendisiyle çelişmiş olmanın da anlaşılır bir yanı bulunmamaktadır.
Evet, Önder Apo’nun 21 Mart’ta yapmış olduğu çağrı ile birlikte yeni bir sürece girilmiştir. Fakat bu süreç kendiliğinden ilerleyen bir süreçte değildir. Tarafların mutlaka üzerlerine düşen görevleri yerine getirmesine gerekli kılmaktadır. PKK kendi sorumluğu gereği olanları yerine getirmekte kararlı olduğunu göstermiştir. AKP hükümetinin tutumunun ne olacağı noktasına gelinmiştir. Ancak bu iki temel tarafla birlikte, üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirmesi gereken çok geniş bir kesimde bulunmaktadır. Bunların da sürecin doğru ilerleyebilmesi için üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeleri ve kamuoyuna var olan süreci yeterli anlatımlarını, saptırıcı, engelleyici yaklaşımlara müsaade etmemeleri gerekmektedir