Siyasal Savaş, Yurtseverlik Savaşı: Tarihe Ve Toprağa Sahip Çıkma Savaşıdır.

Ortada siyasi zihniyet sorununun olduğu çok açıktır. Kürdistan’da silahlı mücadeleni...

Herdem Serhıldan

Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın inisiyatifinde ve öncülüğünde başlayan yeni süreç ilerliyor. Bu yeni sürecin adı Demokratik Kurtuluş Özgür Yaşamı İnşa süreci olarak belirlenmiş ve Kürdistan halkı bunu büyük bir çoğunlukla benimsemiştir. Demokratik kurtuluşa silahla değil, demokratik siyasetle ulaşılacaktır. Bu aynı zamanda bir toplum projesidir. Ortaya konulan bu toplum projesinin bölge dengeleri üzerindeki etkisi şimdiden görülmektedir.

Geçmiş yıllarda da demokratik siyaset üzerine Kürdistan halk Önderinin kapsamlı değerlendirmesi olmuştu. Fakat başta Kürdistan olmak üzere Türkiye metropollerinde demokratik siyaset yöntemi önderliğin çizdiği çerçevede yeterince pratikleştirilemedi. Demokratik siyaset özüne uygun bir biçimde halkın içine ve tabana yansıtılamadı. Çoğunlukla üste kalındı. Tabana dönük, onun örgütlülüğünü, eylemliliğini ve geniş katılımı hedefleyen tarzda kimi girişimler olsa da bu çok fazla ilerletilemedi, yetersiz kalındı. Kimi girişim ve denemeler ise sınırlı etki yaratmanın ötesine geçemedi. Diğer bir neden de siyasetin Önder APO’nun politik hedefler çerçevesinden uzak, neredeyse siyasetin parlamenter seçim ve yerel yönetim seçimleriyle sınırlı anlayışıyla yürütülmesi olmuştur.

Ortada siyasi zihniyet sorununun olduğu çok açıktır. Kürdistan’da silahlı mücadelenin hedefleri neyse demokratik siyasetin hedeflerinin de öyle olması gerektiği açıktır. Kürdistan da silahlı mücadele, dayatılan yok etme siyasetine karşı bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Silahlı mücadele, Kürt ulusunun varlığını-yaşamını güvenceye alma, özgürce sürdürme ve bunun diğer halklar, inançlar ve mezheplerle eşitlik-özgürlük içinde yürütme esasına dayalı olarak yürütülmüştür. Amaç, bir halkın halk olmaktan kaynaklı haklarına kavuşturulmasıdır. Özü şudur; Kürtlerin kendi Anavatanlarında arzuladıkları ve tartışılmaz hakları olan ulusal özgürlüğü yaşamalarıdır. Bu en başta kendi kendini yönetmeyi, dilini ve kültürünü özgürce yaşama ve geliştirmeyi, ekonomi ve savunma alanında kendini örgütlemeyi ifade eder. Yani toplamı soykırım ve inkâr karşısında “Varlığını Koruma ve Özgürlüğünü Elde Etmedir”

Sömürge bir ülkede, demokratik siyaset bir halkın tüm kesimlerinin bilincini, örgütlülüğünü ve direnişini ifade eder.  Sömürgecilik altında inim inim inletilen bir ülkede demokratik siyasetin hedeflerinin doğru tarzda ortaya konulması ve tanımlanması hayati düzeyde önemlidir. Klasik egemen siyaset tarzı ve mantığı karşısında Önder APO demokratik siyaseti şöyle tanımlamaktadır. “Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı, tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır.” Bu tanım üzerinde önemle durulmalı ve özümsenmelidir. Bu tanıma oturmayan, felsefi, ideolojik ve politik derinliğini kavramayan kimse bu siyasal anlayışı yetkin bir tarzda pratikleştiremez.

Kürdistan halkının yer yer ortaya çıkan tavır ve tepkileri esas olarak bu tanıma oturmaktadır. Özellikle Kürdistan özgürlük gerillasının ateşkes ilanından sonra Kürt halkının birçok yerde karakol yapımlarına karşı kitlesel tepki göstermesi, operasyonları kitlesel olarak protesto etmesi ve kurulan arama noktalarının kaldırılması için direniş göstermesi önemli olmaktadır. Basına yansıdığı kadarıyla, Akil insanların düzenlediği toplantılarda, politik hedeflerini, Önder Apo’nun Özgürlüğü, ana dilde eğitim, kendini yönetme hakkı vb. temel taleplerini çok açık bir biçimde dile getirmektedirler.  Daha önceki yıllarda da Hasankef’i yok edecek baraj projesine vb. şeylere karşıda tavır almıştı.

Çünkü Türk sömürgeciliği stratejik olarak Kürdistan’ı ortadan kaldırma tarihten silme hedefine odaklanmış bir devlet olarak kurulmuştur. Bugün de AKP bu siyaseti farklı biçim ve argümanlarla yürütmek istemektedir.  Bu stratejisini terk ettiğine dair ciddi bir işaret ve ibare de yoktur. Dolayısıyla siyasal mücadelenin öncelikle Welatparezlik anlayışına dayalı olarak Kürdistan’ı çok açık bir biçimde tereddütsüzce savunması gerekir. Kürdistan toprakları üzerinde sömürgeci Türk devletine ait o kadar polis, ordu, asker, istihbarat, korucu, jitem vb. güçler var ki, bugün bunlar demokratik siyasetin önündeki en büyük engel konumundadırlar. İdari anlamda valilik, kaymakamlık ve eğitim sistemi de Kürtlerin kendilerini özgürce ifade etmelerinin önündeki en büyük engel durumundadırlar. Son bir-iki ay içinde Amed kent merkezinde Murat İzol ve Şahin Öner isimli iki welatparêz gencin katledilmesi de bunu göstermektedir. Direniş ve kendini ifade etmek isteyen herkesin canının tehlikede olduğu bir ortam sözkonusudur.  Çünkü bu iki cinayetin failleri olan Diyarbakır Valisi ve emniyet müdürü hala görevlerinin başındadır.

Sömürgeci Türk devlet sisteminin hergün, her saat, her saniye,  Kürdistan topraklarında ve halkımız içinde bir tehdit ve sindirme gücü olarak varlığını sürdürdüğü çok açık. Olur, olmaz şekilde yurtsever insanları rehin aldığı ve işkence ettiği, katlettiği bir ortamda bir halk nasıl demokratik siyaset yürütebilir?

Öncelikle şunun anlaşılması gerekir. Önder APO, sadece tarihi, köklü bir çatışmayı durdurmuştur. Ancak henüz barış durumu sözkonusu değildir. Fakat ne hikmetse, sanki ortada bir barış varmış gibi bir yanılsama ve yanılgılı ortam yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu da,  üzerinde son derece iyice düşünülmüş psikolojik bir operasyon biçiminde yürütülmektedir. Ortada bir barış durumu değil, siyasal savaş vardır. Kaldı ki, hala operasyonlar yapılmakta, medya savunma alanları bombalanmaktadır. Dolayısıyla demokratik siyasetin önemli, hayati ve tarihi görevleri de ortaya çıkmaktadır.

O halde demokratik siyasetin hedefi ve görev kapsamı da kendiliğinden belirginleşmektedir. Kürt siyaseti öncelikle, Önder Apo’nun özgürlüğünü, sağlığını, güvenliğini ve sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’daki varlığını anlamsızlaştırarak, geri çekilmeye yönelik bir bilinç oluşturma, onun örgütlülüğünü oluşturma mücadelesini yürütmelidir. Sömürgeciliğin Kürdistan’daki varlığının gayri meşruluğunu ve haksızlığını dile getirmelidir.  Hele hele Kürdistan özgürlük gerillasının çözüm amacıyla ateşkes ilan ettiği ve geri çekilmenin nasıl olacağının tartışıldığı bir dönemde bunu koymamak sömürgeciliğin sür-git Kürdistan’da kalmasına arıza göstermek anlamına gelir.

Sömürgecilik, ilhak, istila ve işgal evrensel hukukta suçtur. Kürdistan’da Türk sömürgeciliğinin varlığı, yani bu suç durumu, bin-bir özel savaş yöntemi, bunun politik, dinsel ve ideolojik aygıtlarıyla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa 90 yıldan bu yana işlenen bu kadar insanlık-dışı, soykırım suçu niteliğinde büyük suçlar-günahlar vardır. Türk sömürgeciliğinin bu suçları ve Kürdistan’daki varlığı meşruluğu, daha güçlü bir biçimde tartışılmaya açılmalıdır. Türk polisinin ve ordusunun Kürdistan’da ne işi var? Bir hakkı var mı? Kürt çocuklarına hemen hemen her sabah kendini inkâr anlamına gelen “ Türküm… Varlığım Türk varlığına armağan olsun” sözlerini ne hakla söyletmektedir? Hergün çocuğuna bu sözlerin söyletildiğini bile bile buna karşı sessiz kalmak, seyirci kalmak ne kadar yurtseverlik oluyor?  Bu ve benzeri soruları Türk demokrat ve barışseverleri de en az Kürtler kadar tartışmalıdırlar. Zaten otuz yılık savaş bu sorunu özgürce tartışmak için yapılmadı mı? İşte tartışmanın zamanı! İşte demokratik siyasetin görev kapsamı!

Bunun gibi Kürdistan’da yapımına başlanan barajlar ve bizzat  “ terörle mücadele kapsamında ve güvenlik amaçlı” barajların yapımından söz edilmektedir. Bunlar başta Şırnak ve Hakkari alanları olmak üzere birçok yerde hızla yapılmaktadır. Bu barajların diğer bir amacı da Kürt ve Kürdistan’a ait uygarlık merkezlerini sular altında bırakarak “ Kürtlerin tapusunu” ellerinden alıp yırtmak anlamına geliyor. Tarih ve tarihi değerler bir halkın varlığının kanıtı ve tapusu gibidir. Eğer bunlar gözlerimizin önünde birer birer yok ediliyor ve Kürt siyaseti de buna karşı sonuç alıcı bir duruşu ifade eden siyasi reflekse odaklanmıyorsa, o siyasetin Kürdistani olduğunu iddia etmek zordur.

Bununla birlikte, uluslar arası sermayeye ile işbirliği halinde Kürdistan’daki değerlere saldırırcasına yönelme vardır. Bir milyona yakın Kürdistanlı insanın bahar mevsimi vesilesiyle, zenginlik içindeki Anavatanını bırakarak, karın tokluğuna Türk metropollerinde ekmek arayışına çıkması, mutlaka üzerinde durularak farkındalık yaratılması gereken bir çelişkidir.

Dolayısıyla Kürt siyaseti barajlar politikasına olduğu kadar, Anavatanlarının soyulup-talan edilmesine karşı da güçlü bir bilinç ve programa dayalı mücadele yürütmek durumundadır.

Bütün bunlar aynı zamanda halkın siyasete katılım biçiminin ifadesi olan Serhıldanların da  en temel görevinin konusu olmaktadır. Gerillanın ve siyasetin temel hedefleri neyse serhıldanın da hedefleri odur.

Demokratik siyaset, yurtseverlik temelinde,  Kürdistan toprağına, emeğine ve tarihine sahip çıkmaktır. Sahip çıkmak, bilinç oluşturmak ve işgalcilere karşı durmak, örgütlü serhıldanların en temel görevi olmaktadır