Tüm bu tepkiler karşısında AKP Hükümetinin yaklaşımı ise; kendi belirlediği sınırların dışı...
Cemal Şerik
Taksim-Gezi parkı direnişinde önemli bir aşamaya gelindi. Direnişin başlangıcından bugüne kadar yaşanan süreçte direniş güçleri ve polisle defalarca karşı karşıya geldi. Direniş Taksim-Gezi parkın ile de sınırlı kalmadı. Neredeyse ülkenin tamamına yayıldı. Yaralananlar, yaşamını kaybedenler ve polis tarafından gözaltına alınanlar oldu.
Taksim-Gezi parkında yaşanan direniş ve polisin saldırıları uluslararası kamuoyunda da yankısını buldu. Bu çerçevede ABD’den AB ülkelerine varıncaya kadar birçok devlet açıklamalarda bulunma gereğini duydular. Bu açıklamalar da AKP Hükmetinden İnsan hakları ve Demokratik kriterler üzerinde dikkatli olunması gerektiği yönünde uyarılarda bulunuldu.
Tüm bu tepkiler karşısında AKP Hükümetinin yaklaşımı ise; kendi belirlediği sınırların dışına çıkmadı. Daha ilk gün Türk Başbakanı R.T.Erdoğan ne demişse, o çerçevede hareket edildi. Zaman zaman Başbakan vekili Bülent Arınç ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün farklı anlama geliyormuş gibi görünen açıklamalarına tanık olunmuş olsa da bunlarında özünde R.T.Erdoğan’la aynı nokta da buluşmakta olduğu gerçeği anlaşılmakta gecikmedi.
R.T.Erdoğan Takism-Gezi Parkı direnişinin ilk başladığı günlerde ağırlıklı Kuzey Afrika ülkelerini içersine alan bir “geziye” çıkmıştı. Bu geziye çıkmadan önce de bu direnişin son bulması için başında bulunduğu hükümet üyelerinden “harekte geçmelerini” istemişti. Bu çerçevede AKP Hükümetinin talimatı ile harekete geçen polis, direnişçiler üzerine çokşiddetli bir şekilde saldırmıştı. Bunun bir sonucu olarak da içlerinde Milletvekili Sırrı Süreyya Önderin’de olduğuonlarca insan yaralanarak hastahaneye kaldırılmıştı. Fakat polisin bu saldırıları sonuç vermemişti. Aksine fitili ateşleyici bir rol oynamıştı. O andan itibarende direniş Taksim-Gezi Parkı sınırları aşmış oldu. Önce İstanbul geneline, ardından da neredeyse ülkenin tamamını etkisini aldı.
Direnişin bu şekilde geniş bir alana yayılması AKP Hükümetini korkuttu. O nedenle de direnişin etkisini kıracak açıklamalarda bulunma ihityacını duydu. Yaşanan böyle bir süreçte ise Bülent Arınç ve Abdullah Gül devreye girdiler, bazı görüşmelerde bulundular. Polisin “orantısız şiddet kullandığını” belirtiler ve bu şiddete maruz kalanlardan “özür” dilediler.
Yapılan bu açıklamaları olumlayan bazı yaklaşımlar görülse de, bunların gerçek anlamını ortaya koyan, tamamlayan adımların atılması ve asıl gerçek niyetin ne olduğu gecikmeden anlaşılmaya başlanıldı. Yapılan bu açıklamalarla, AKP Hükümeti bir nevi genelleşen ve toplum tarafından kabul gören Taksim-Gezi Parkı direnişi karşısında kendine göre belirlediği taktiği devreye koymuş oluyordu. Bu taktiklerin hedefinde ise genlleşen direnişi kendi içerisinde çözmek ve parçallı hale getirmek vardı. Özellikle de Bülent Arınç’ın ve R.T.Erdoğan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın açıklmalarınde bu çok net bir şekilde ortaya konulmuş oluyordu.
Bu kişilerin yapmış oldukları açıklamalar da polisin aşırı şiddet kullandığı söylemine yer verilerek “özür dilenmiş” olsa da, direnişçileri kendi içerisinde ayrıştıran bir yaklaşım söz konusu idi. Uygulamaya koydukları taktikte burada kendisini ele vermekteydi. Bunlar direnişi başlatanlarla, sonradan bu direnişe dahil olanları birbirlerinden ayırmaktaydılar. Bu çerçevede “polisin aşırı şiddet kullandığı” ve “özür” dilenen kesimlerle, polisin kullandığı şiddeti olumlayan yaklaşım bir arada yapılmıştı.
Bu şekilde direnen kesimleri kendi içerisinde ikiye ayrıştırarak, kendilerine göre içerisine girecekleri yönelimlere zemin yaratmış oluyorlardı. Zaten bunun bir gereği olarak da polisin yaptığı her saldırıyı gerekçelendirerek savunmaktan da geri kalmadılar. Onlara göre polisin saldırıları direnişi başlatanlara değil, sonradan katılanlara yönelikti. Bunlarında kökleri 1980 öncesine dayanan örgütlere dayanmaktaydı. Ve bunlara da şiddet uygulamanın her hangi bir “yasaklayıcı” gerekçesi yoktu. Yürürlükte olan yasaları da buna “imkan” tanıyordu. O nedenle 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren generallerin söylemlerini tekrarlamaktan ve onların darbeye gerekçe gösterdikleri nedenleri bir kez daha tekrarlamaktan öteye gidemediler.
Tamamıyla bu şekilde direnişi kendi içerisinde zaafa uğratıcı, parçalyıcı ve yaptıkları saldırıları gerekçelendirici bir politikayı aynen cuntacı generallerin yaptığı gibi devreye koymuş oluyorlardı. Tabii bununla da kalınmadı. AKP Hükümeti, R.T.Erdoğan’ın Afriika ülkelerinden dönüşüyle birlikte bundan daha tehlikeli olan bir adımı daha atmaktan geri kalmadı. Bu sefer atılan adım ise toplumu karşı karşıya getirmek biçiminde kendisini somutlaştırdı. Buna öncülük eden de R.T.Erdoğan’ın kendisi oldu.
R.T.Erdoğan tam bir tüccar mantığı ile yaklaştı. Hesap-kitap işine koyuldu. Yaşanan bu direnişten nasıl yararlanacağının arayışı içerisine girdi. Bunu da kamuoyu yoklamalarında açığa çıkan giderek fazlalaşan oy kaybetme gerçeğini durdurmak için yaptı. Bunu yaparken de“eğer toplum karşı karşıya gelirse, taraflar karşılıklı olarak birbirleri karşısında katı saflaşma içerisine olurlar” mantığından hareketle gerçekleştirmek istedi. Eğer direnişçi güçlerin soğukkanlı yaklaşımları olmasaydı, bunda başarılı olma ihtimali de vardı.
En son olarak da bu taktik yaklaşımların bir gereği olarak “dialoğ” arayışı içerisine girdiler. Tabii bu gerçek bir diaoloğ arayışında öte bir anlam ifade ediyordu. Tamamen göstermelik ve türibünlere yönelikti. Dialoğu kiminle yapacaklarını kendileri belirlemişti. Belirlenen bu kişiler Taksim-Gezi Parkındaki direnişçilerin “temsilcileri” olarak belirlenmişiti. Fakat bundan direnişçilerin haberi olmamıştı. O nedenle de direnişçiler tarafından kabul görmemişti. O nedenle de R.T.Erdoğan’la yapmış oldukları görüşmede de direnişçiler için bağlayıcı olacak bir karar alamayacaklarını dile getirme gereğini duymuşlardı. Ardından’da direnişçiler R.T.Erdoğanla yapılan bu görüşmenin kendileri için bir anlam ifade etmediğini, görüşmeye gidenlerinde kendileri için her hangi bir bağlayıcı görüşlerde bulunmadığını belirtmişlerdir.
Tabii bununla da sınırlı kalınmamıştır. Bunlarla birlikte bir başka taktik daha devreye konulmuştur. Buda kendisini sürekli bir provokasyon yaratma arayışları biçiminde somutlaştırmıştır. Direniş içerisine ısrarla sızmaya çalışan veTGB pangaratı taşıyan kişilerin davranışları bu konuda en somut örneklerden birini teşkiletmiştir. Bu pangartı taşıyan ve sloganlarını taşıyan kişler sürekli ortamı tahrik etme arayışı içierisine girmişler ve bundan sonuç almak istemişlerdir. Beşiktaş kulübü taraftarlarının örgütlü gücü olan, demokratik ve duyarlı yaklaşımları ile dikkatleri üzerine toplayan “Çarşı”gurubunun öne çıkan isimlerinden olan Bülent Ergenç‘in bıçakla yaralanmış olması da başka bir provokasyon olarak yaşanmıştır.
Bu şekilde Taksim-Gezi Parkı Direnişi önemli bir süreç yaşayarak belirli bir aşamaya gelmiştir. Gözler üzerine çevrilmiş bulunmaktadır ve hala da tüm dikkatleri üzerine toplamaya devam etmektedir.
Ancak şöyle bir gerçeklik daha vardır. Direniş Taksim-Gezi Parkında başlamıştır. Fakat ora ile sınırlı kalmamış ve ülke geneline malolmuştur. Sorun sadece bir parkın korunması boyutlarını aşmış ve demokrasi sorunu haline gelmiştir. O nedenle Taksim- Gezi Parkı direnişinin kaderi bir ülkenin demokrasi mücadelesi üzerinde etki yaratacak bir muhtevaya sahip olmuştur. Bunun bir sonucu olarak da, Taksim-Gezi parkı direnişçileri, bunu da gözeten bir yaklaşım içerisinde olmayı kendileri için bir görev ve sorumluluk olarak kabul etmişlerdir.
Bu gerçeklikle birlikte Taksim-Gezi Parkı direnişi Türkiye’deki demokrasi mücadelesine büyük bir katkıda bulunmuştur. 1970’lerden bugüne kadar gerçekleşmiş olan en etkili direnişlerden biri haline gelmiştir. Bu direniş etrafında tüm demokratik güçler yer almışlar ve bir sahipleniş içerisine girmişlerdir. Bugüne kadar sol ve demokrarik güçlerin kullanmış oldukları söylem ve taleplerde yaşanan büyük bir genelleşmeyi ifade etmiştir. Adeta sol, demokrattik güçler için yeni mücadele dönmleri için bir nefes borusu haline gelmiştir. Bir nevi uluslararası alanda gençlik devrimi olarak kabul gören 1968 gençlik hareketlerininöne çıkardığı özelliklerin en belli başlı olanlarının en somut bir şekilde temsilini gerçekleştirmiştir. Bu anlamda çevre sorunu sahipleniilmiş, kadın ve gençlik etkin belirleyici güçler olarak rollerini oynamışlardır. Bu aynı zamanda kalsik söylem ve anlayışların dışına çıkmak için de büyük bir olanak yaratmıştır. Artık bugünden sonra hiçbir sol ve demokratik hareket bu gerçekleri yadsıyarak ya da devrim sonrasının sorunları olarak ele alan bir yaklaışım içerisinde girmeyeceklerdir.
Bunlarla birlikte açığa çıkan en önemkli bir husus ta, topluma ilişkin yapılan değerlendirmeler konusunda yaşanmıştır. AKP Hükümeti ve onun yaratıcıları olan toplum mühemdislerinin topluma yönelik öngörü ve projeleri tamamen yerle bir olmuştur. AKP ve onun yarartıcları toplumla istenildiği gibi oynanabileceğini ve ona biçim verebileceklerini sanmışlardır. Bu çerçevede toplumun yaşayan bir organizma olduğunu unutmuşlar ve adeta “bir sürü” mantığıyla yaklaşmışlardır. Taksim –Gezi parkı direnişi onlara bunun böyle olmadığı gerçeğini birkez daha hatırlatmıştır. Hem de en fazla üzerinde hesap yaptıkları gençlik ve kadın onların bu hesaplarını boşa çıkarmıştır.
Tarihte olduğu gibi; bugün gençlik ve kadın, dayanmanın en son sınırlarına gelindiği bir süreçte bir patlama yaşayarak, toplum için tıkanan yolları açmıştır. Bunlar gerektiği gibi değerlendirilip bir bakış açısına dönüştürüldüğünde; Türkiye’de demokrasi mücadelesini ve Taksim-Gezi Parkı direnişini daha da ileriye götürülmek olanaklı hale gelmiştir. Ve bunun önünde hiç engelin durması da mümkün değildir.
Taksim-Gezi Parkı direnişi bu yazının kalemealındığı sırada devam ediyordu. AKP Hükümetinin dialoğ kurma adına belirlediği gurupla da ulaşmak istediği sonucu elde edememişti. O gurupta olanlarda yapmış oldukları açıklamalarla kendileri ile konuşulmayan konuların bile, hükümet adına yapılan açıklamalarda yer aldığını belirterek, tepkilerini dile getirmişlerdir. Sonuçta ise gerek R.T.Erdoğan gerekse de İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu Taksim-Gezi Parkı direnişleri olan asıl muhatapları ile konuşmak durumunda kalmışlardır. Böylece oynanan oyunda sonuç vermemiş Taksim-Gezi parkı direnişçileri son derece haklı ve meşru olan hedeflerine ulaşmak için önemli mesafe kat etmişlerdir.