AKP’nin CHP ve MHP İle Buluşması

AKP Hükümetinin bu mesajı ne kadar anlayacağı ve bundan sonuç çıkaracağı ayrı bir tartı...

Cemal Şerik

15 Haziran gününün gecesi AKP Hükümetinin polisleri Taksim-Gezi parkı direnişçilerine karşı gaz bombalı, tazyikli sulu, coplu, plastik mermili bir saldırı düzenledi. Bu saldırı esnasında yüzlerce insan yaralandı ve göz altına alındı. Gerçekleşen bu saldırı Gezi parkı ile de sınırlı kalması. Gezi parkı direnişinin desteklendiği her yede genel bir saldırıya dönüştü. Bu saldırılarla yapılmak istenilenin de ne olduğu son derce netti. AKP Hükümeti polisin şiddetine dayanarak Gezi parkı direnişini sonlandırmak ve yarattığı etkiyi kırmak istemişti. Sonuçta AKP Polisi bu saldırıları ile direnişçileri tutuklayarak, hastanelik ederek Gezi parkından çıkarmış oldu. Ancak bu, direnişin bitmesine imkan sunmadı, gündemdeki yerini korumaya devam etti ve farklı biçimler kazandı.

Bugün de bu direniş hala etkisini sürdürmektedir. “Duran İnsanlar” adıyla “Park Formları” biçiminde gerçekleşen direnişler ise bunun bir kanıtı olarak gündemdeki yerini almıştır. Gerçekleşen bu direniş biçimlerinin Türkiye’de ilk kez gerçekleşiyor olması önemlidir. Çünkü etkisini kısa sürede hissettirmiş ve Gezi parkı direnişinin sürekliliği ve sahiplenilmesi açısından önemli bir gösterge halini almışlardır.

“Duran İnsanlar” ve “Park Formları” direnişlerinin aynı zaman da AKP Hükümetinin uygulamaya koyduğu polis şiddetine dayalı politikasına karşı verilen bir yanıt olduğunu da burada belirtmek gerekmektedir. Açıkça AKP Hükümetine “baskı ve şiddete dayalı politikanız sonuç vermeyecek” mesajı verilmiştir.

AKP Hükümetinin bu mesajı ne kadar anlayacağı ve bundan sonuç çıkaracağı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak görülen o ki, AKP Hükümeti yaşadığı şaşkınlıkla birlikte bundan da herhangi bir sonuç çıkarmamışa benzemektedir. “Duran İnsanları” sonradan serbest bırakmış olsa da ilk aşamada gözaltına almış olmaları ve Gezi parkı direnişine katılanlara karşı bir “cadı avı” misali harekete geçmiş olmaları da bunu kanıtlamaktadır. Şimdi yüzlerce insan AKP Polisleri tarafından gözaltına alınmış ve sorgulanmaktadır.

Burada en çok dikkat çekici olan da başta Başbakan R.T.Erdoğan olmak üzere AKP hükümet yetkililerinin,  Gezi parkı direnişçileri ile yaptıkları görüşmenin hemen ardından Gezi parkına saldırıya geçilmiş olmasıdır. Dikkat edilirse yapılan bu görüşmelerin ardından kamuoyunda “direnişin sonlanacağı” biçiminde bir hava yaratmaya çalışmışlardı. Özellikle de İstanbul valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun açıklamaları dikkat çekmişti. Bunun bir aldatmaca olduğu ise 15 Haziran gününün gecesi anlaşılmıştı. Tabii sadece buda değil en dikkat çekici yön bu saldırının gerçekleştiği gecenin ardından aynı günün ilerleyen saatlerinde R.T.Erdoğan’ın İstanbul ‘da  bir miting gerçekleştirecek olmasıdır. Bu şekilde bir yanda polis Gezi parkına karşı saldırıya geçerken, diğer taraftan R.T.Erdoğan fetih kazanmış bir komutan edasıyla Kazlı Çeşme de topladığı kitlesine nutuk çekme fırsatını elde etmiş oluyordu. Bununla da asıl olarak ne Gezi parkına yapılan polis baskını ile neyin yapılmak istenildiği kendini ele vermiş oluyordu.

Geride bıraktığımız haftaya da damgasını vuran da bu gerçeklik oldu. Yine, Günden Gez parkı direnişi etrafında yaşananlar oldu. Elbette Gezi parkı direnişi Türkiye’de toplumsal hareketlerin gelişim seyri içerisinde önemli bir yer tutacak ve bundan önemli sonuçlar çıkarılacaktır. Sosyolojik ve toplumsal hareketlerin alacağı biçim açısından da çıkarılan bu sonuçlar çok önemli olacaktır.

Fakat bunlarla birlikte, Gezi parkı direnişinin gelinen aşama da varmış olduğu ve açığa çıkardığı gerçeklikler itibarıyla farklı şeylerde söylemek gerekmektedir. Bunların başında da Gezi parkı direnişinin aşığa çıkardığı gerçeklikler gelmektedir. Bu gerçekliklerin doğru tespiti bunda sonraki süreç içinde önemli olacaktır.

Türkiye’nin temel gündemini Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünün gerçekleşmesi yönünde atılacak adımlar ya da başlatılan süreç oluşturmaktadır. Türkiye’nin demokratikleşmesi ve genel özgürlük sorunlarının çözülmesi yolunda atılacak olan en ciddi adımı da bu gerçeklik oluşturmaktadır. Önder Apo’nun 21 Mart 2013 tarihinde Amed Newroz meydanın da milyonların önünde okunan mesajı bu anlamda bir dönüm noktası olma özelliğine sahiptir. Zaten o anla birlikte de Türkiye’nin temel gündem maddesi belirlenmiştir.

21 Mart 2013 tarihiyle birlikte toplumun ve siyasetin üzerinde durduğu temel gündem konusu bu olmuştur. Ardından yaşanan süreçte ise bu temel gündem üzerinde bir derinleşme yaşanmıştır. PKK tarafından ilan edilen ateşkes ve ardından silahlı güçlerin Bakur Kürdistan’ı dışına çekilmeye başlanılması bunun gerçekleşen somut göstergeleri haline gelmiştir. Bu aynı zaman da Kürt Özgürlük Güçleri tarafından 21 Mart 2013 ile birlikte başlayan sürecin ilk aşamasının tamamlanması olmuştur. Atılan bu adımlar başlayan süreç karşısında samimi duruş sahibi olanlar tarafından büyük bir hoşnutlukla karşılanmıştır. Aynı şekilde ikinci aşamaya geçişin beklentilerini de beraberinde getirmiştir. AKP Hükümetinin buna gerektiği gibi karşılığı vermemiş olması ise, temel gündeme bağlı kalarak duyarlı kamuoyu tarafından AKP Hükümetinin niyetinin sorgulanmasına neden olmaya başlamıştır. Karakol yapımlarının devam etmesi, korucu kadro sayısının çoğaltılması, operasyonların devam etmesi,  gerillanın geri çekilme yol güzergahı üzerine pusuların kurulması, İnsansız Hava Araçlarının (İHA’lar-Keşif Uçakları) ve savaş uçaklarının Medya Savunma Bölgeleri üzerinde uçmaya devam etmesi, sınır üzeri alanlara yapılan topçu atışları KCK ve Hasta tutukluların zindanlarda hala tutuluyor olması Roboski katliamı ile Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığının almış olduğu karar vb. buna neden olmuştur.

Var olan bu gerçeklik AKP Hükümetini süreç karşısında zorlamıştır. Öyle ki kendi destekçilerinin onu savunamaz hale gelmesine neden olmuştur. O andan itibaren AKP Hükümetinin yapacağı tek şey kalmıştı. Ya sürecin gerektirdiği gibi cesaretli adımlar atacaktı ya da ayak sürecek ve kendine yeni bahaneler yaratacaktı ve böylece de kendine yeni siyaset yapma alanı yaratmış olacaktı.

AKP Hükümeti ikinci yolu tercih etti. Gezi parkı direnişini de bu şekil de yaptığı kendi basit hesapları için kullanmaya başladı. Ve Gezi parkı direnişini ülkenin temel gündem maddesi haline getirdi. Aslında “Gezi parkının yıkılması” ve yerine “topçu kışlasının” yapılacak olması hükümeti doğrudan ilgilendiren bir konu da değildi; İstanbul Belediyesini ve Mahkemeleri ilgilendiriyordu. Zaten Mahkeme de yürütmeyi “durdurma kararı” vermişti. Bu noktada AKP Hükümetinin hukuken yapacağı başka bir şeyi yoktu. Fakat öyle davranmadı. Belediye ve Mahkemeyi bir kenara attı. Kendisini doğrudan bir muhatap haline getirdi ve polislerini devreye koydu. Bu anlam da var olan gerginliğini fitilini ateşleyerek bunun üzerinden siyaset yapmaya başladı. Gezi parkı direnişi etrafında bir araya gelen halk kesimleri ile kendi taraftar kitlesi arasında çatışmalara varacak bir kutuplaşma yarattı. Yarattığı bu kutuplaşmaya dayanarak da kendine göre gündemi belirlemiş oldu.

Bu kutuplaşma içerisinde Gezi parkı direnişine neden olan Çevre sorunu ve ülkenin temel gündemi olan Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünün gerçekleşmesi için başlatılması öngörülen sürecin dışına çıkılması sağlandı. Dikkat edilirse yapılan tartışma ve açıklamalarda Çevre ve Kürt sorununun çözümüne yönelik her hangi bir görüşe yer verilmemeye başlanıldı. Hatta İstanbul Kazlı Çeşme Mitinginde görüldüğü gibi R.T.Erdoğan eski, tahrik kar söylemlerine geri döndü. Önder Apo’ya yönelik ağır ithamlara varan bir dil kullandı.

Aslında bu nokta, R.T.Erdoğan’ın kullandığı bu söylem AKP Hükümetini; meclis içinde ve dışında Önder Apo’nun 21 Mart’a birlikte başlattığı sürece karşı çıkan ulusalcı ve milliyetçi kesimlerle bir araya getirmiş oldu. AKP, CHP ve MHP’nin birbirlerine karşı tüm söylemlerine rağmen böyle bir gerçeklik ortaya çıktı. Böylece AKP, CHP ve MHP’nin süreç karşıtı politikalarıyla birleşmiş oldu. CHP’de, MHP’de sürece karşıydılar ve gündemden çekilmesini istiyorlardı. AKP Hükümetinin de yaptığı bundan başka bir şey olmadı.

Gelinen aşamada Gezi parkı direnişinin ortaya koyduğu bu gerçeklikle birlikte, asıl olarak da demokrasi güçlerinin bundan kendileri için çıkarmaları gereken sonuçların varlığıdır. Gezi parkı direnişi çevre sorunu ile gündeme girmiştir ve demokrasi mücadelesinin bir parçası haline gelmiştir. Bu gerçeğe rağmen ısrarlı bir şekilde saptırıcı yaklaşımlara da tanık olunmuştur. Bu AKP Hükümeti ve ulusalcı-milliyetçi çevreler tarafından geliştirilmiştir. AKP Hükümeti bu direnişi komplo teorisi ile açıklarken, ulusalcı-milliyetçi kesimler de Önder Apo tarafından 21 Mart’ta başlatılan sürece karşıtlık haline getirmeye çalışmışlardır. Bu şekilde özünden saptırılmaya ve iktidar içi güçlerin hegemonya mücadelelerinin bir parçası haline getirilmek istenilmiştir. Asıl olarak da, demokrasi güçleri tarafından görülmesi gereken bu gerçekliktir.

Burada şunu açıkça belirtmek mümkündür. AKP Hükümeti görüşmeler ve diyalog adına direnişçi güçleri kendi arasında bölmek ve sahte umutlar yaratmak istemiştir. Ulusalcı-milliyetçi güçlerde Kürt Özgürlük Güçlerini direnişin dışına çıkarmaya çalışmışlardır. Uygulamaya konan bu iki politika da bir noktada birleşmiş, direnişin iki temel ayağını birbirinden ayırmaya dönüşmüştür.  Bundan etkilenenler olsa da bu oyuna gelindiğini söylemek mümkün değildir. Kürt Özgürlük Güçleri direnişteki yerlerini ısrarlı bir şekilde almaya, çevre direnişini demokrasi mücadelesinin bir parçası olarak savunmaya devam etmişlerdir.

Fakat Kürt Özgürlük Güçlerinin bu ısrarlı tavrı kendi başına yetmemektedir. Karşılığını da bulması gerekmektedir. Buda Türkiye’deki demokrasi güçlerinin Kürt sorununu gerektiği düzeyde ve güçte sahiplenmesi anlamına gelmektedir. Kürt sorununun çözümünün Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler sorununu çözeceği gerçeğini tam olarak anlamaları gerekmektedir. Bunun dışında farklı bir yol da yoktur. Çevrenin yağmalanması, doğa canlılığının tehdit altına alınmasını Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşmeye birlikte ele almak gerekmektedir. Çünkü Kürt sorunun çözümü ve demokratikleşme önünde engel teşkil edenler aynı zamanda çevreyi yağmalayan ve doğa canlılığını tehdit edenlerden başkaları değillerdir. O nedenle de bunların birlikteliği, ortak mücadelesi ve bunu ileri boyutlara taşımanın gereği kendisini çok yakıcı bir şekilde hissettirmiş olmaktadır.

Gezi parkı direnişi ve sonrasında yaşananlar bu gerçeği en çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermiş olmaktadır. Buda, aynı noktada buluşan AKP ve Ulusalcı-Milliyetçi kesimlerin oyunlarına gelinmemesini gerekli kılmaktadır