Din İstismarcılarının Savaşı

Öyle gösteriyor ki, bu tartışmalar devam edecek. O nedenle de son derece haklı olarak bunun böyl...

Cemal Şerik

Ortadoğu da yaşanan gelişmeler gündemdeki yerini korumaya devam ediyor.  Gazetelerde, TV’lerde yaşanan bu gelişmeler üzerine farklı siyasal çevreler kendi bakış açılarına göre değerlendirmelerde bulunuyorlar. Fakat bu değerlendirmeler de, ağırlıklı olarak öne çıkan yön yaşanan bu siyasal gelişmelerin hangi istikamete doğru evirileceği konusu oluyor.

Bu doğrultu da yürütülen tartışmaları da son derece doğal karşılamak gerekiyor. Çünkü Ortadoğu da yaşanan gelişmelerin alacağı biçim sadece bölge açısından değil, dünya geneli için de büyük bir önem arz ediyor.

Öyle gösteriyor ki, bu tartışmalar devam edecek. O nedenle de son derece haklı olarak bunun böyle olması da gerekiyor. Fakat burada üzerinde durmak istediğimiz husus, bu gerçekliği reddetmemekle birlikte; Ortadoğu ülkelerinde yaşanan sorunlar içerisinde ortak olarak öne çıkan bir yön olarak “dinin” bir istismar aracı haline getirilmek istenildiği gerçekliği olacaktır.

Irak, Mısır, Suriye, Tunus, Libya vb. gibi Ortadoğu ve Ortadoğu’ya yakın olan ülkelerde yaşanan siyasal gelişmeler içerisinde bu gerçeklik kendisini çok daha somut bir hale getirmiş bulunuyor. Bu ülkelerde karşı karşıya gelmiş/getirilmiş olan güçlerin karşılıklı konumlanışları ve kullandıkları argümanlarda bunu doğruluyor.

Bilindiği gibi; Irak, Mısır, Suriye, Tunus, Libya vb. gibi Ortadoğu ve Ortadoğu’ya yakın olan ülkelerde din önemli bir yer tutmaktadır. Bu çerçevede de bahsi geçen bu ülkelerde çatışan tarafların en fazla kullandığı argümanlar arasında öne çıkan din olgusu olmaktadır. Buda din olgusunun bu şekilde ele alınış olmasını daha farklı boyutlarıyla değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.

Ortadoğu’da dinin oynamış olduğu rol hemen hemen herkes tarafından kabul görmektedir. Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasında merkez rolünü oynaması ve dinler arasında yaşanıyormuş gibi görünen savaşların ağırlıklı olarak bu coğrafyada yaşanmış ve hala da yaşanıyor olması buna neden olmaktadır. Bu yönüyle de “Ortadoğu’da süren savaşlar dinler arası bir savaş mı” gibisinden sorulan sorulara cevaplara aranmaktadır.

Gelinen aşamada bir yönüyle tartışılması gereken bu gerçeklik olmaktadır.

Dikkat edilirse Ortadoğu da savaşan taraflardan bir kısmı kendilerinin “din” adına savaştıklarını söylerlerken, diğer bir tarafta “aşırı dinciliği kullanan teröristlere” karşı bir mücadele içerisinde olduklarını ifade etmektedirler. 

Birbirlerine karşı savaşırlarken kullandıkları argümanların merkezine “dini” alanların, gerçekte bu savaşı “din” adına mı yapmaktadırlar? Bu tartışılması ve kamuoyu önünde deşifre edilmesi gereken bir husus olmaktadır.

Dinin egemenlerin elinde bir istismar aracı haline getirerek, kendi aralarında yürüttükleri hegemonya savaşlarında kullanılmışlardır. Tarihte bunun birçok örnekleri vardır. O nedenle de tarihte yaşanan savaşların çoğu da bu şekilde nitelendirilmeye çalışılmıştır. Avrupa’da yaşanan “yüzyıl savaşları” ve “haçlı seferlerinin” niteliği böyledir. Bu savaşlar “din” adına verilen savaşlar olarak tarihe geçmiş olsalar da, özünde egemen güçlerin kendi aralarında süren bir savaştır. Son süreçte Ortadoğu da, özellikle de 1990’lar sonrasında yaşanan çelişki ve çatışmalarda böyledir. Bunlar daha çok da 1970’ler sonrası süreçte uluslararası sermaye güçlerinin “Yeşil Kuşak” projesi altında uygulamaya koydukları hegemonya savaşının izlerini taşımaktadırlar.

Orta doğu da bugün yaşanan çatışmalarda da bunun izleri bulunmaktadır. Bugün Küresel sermaye güçlerinin çelişki içerisinde olduğunu söylediği kesimler de, bu gerçeklik içerisinde şekillenmişlerdir. Bu çerçeve de başta “El Kaide” olmak üzere, “Hamas” vb. güçlerin ortaya çıkışında uluslararası güçler doğrudan rol oynamışlardır. Şimdi bu güçler ve bunlarla organik bağlantı içerisinde olan kesimler, küresel sermayenin önünde ayak bağı haline gelmişlerdir.

Kaynağını buradan alan bu çatışmalar da “dinler arasında süren” bir sorunmuş gibi,  Ortadoğu ve Dünya halklarının gündeminde tutulmaya ve öyle kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.

Bu çerçeve de köklerini hegemonya mücadelesinden olan bu çatışmaların “dinler” arasında süren bir savaş olmadığının açıkça görülmesi gerekmektedir. Ne kadar “batı” eksenli düşünce kalıplarına göre şekillenmiş ve kendine göre bir sistem oluşturmuş olan; “oryantalizm”, “milliyetçilik” vb. Ortadoğulu değillerse, bugün Ortadoğu’da süren çatışmalar gerçekliği de böyledir ve dinler adına yürütülmemektedir. Tamamen hegemonik ve iktidar güçlerinin kendi aralarında süren egemenlik savaşında kullanılan birer argümanlar olarak kullanılmaktadırlar.

Dünya’nın farklı coğrafyalarında benzeri yaklaşımlara ve politikalara tanık olunmuş ve hala da olunmaya devam etmektedir. Özellikle de 20.yy Avrupası’nda ve bağımlı hale getirilmiş olan ülkelerde bunlar görülmüştür. 16.yy’da kıta Avrupa’sın da Burjuvazinin Kilise ile karşı karşıya gelmiş olması onun egemen hale gelmesinin önünü açarken, birçok açıdan da ona kaybettirmişti. Bundan çıkardığı sonuçlar ile de Burjuvazi Kilise ile uzlaşma yoluna gitmişti. Bu uzlaşma ise kendisini, 20.yy Avrupası’nda ve bağımlı ülkelerde “Hıristiyan Demokrat”, “Muhafazakâr”, “sağcı” ve “Merkez Partiler” vb. adlar altında pratik bir ifadeye kavuşturmuştu.

1990’larla birlikte Ortadoğu’nun kendi özgünlüğü içerisinde etkili hale gelmeye başlayan ve gelişme gösteren din adını kullanan akım ve hareketlerin durumu da bundan farklı olmamıştır. Nasıl Avrupa ülkelerinde halkın muhalefeti din ve milliyetçilik birleştirilerek bastırılmaya, nötralize edilmeye çalışılmışsa, Ortadoğu ülkelerinde de benzeri bir politika bölge özgünlüğü içerisinde uygulamaya konulmuştur. Bu gerçeklik içerisinde Ortadoğu’nun özgünlüğü ise şiddet faktörünün daha yaygın bir şekilde kullanılmasına neden olmuştur.

Aynı şekilde Ortadoğu gerçekliğinin bir parçası olan Türkiye’de AKP’nin hükümet koltuğuna oturtulmuş olmasını da bu gerçeklik içerisinde ele almak gerekmektedir. AKP’nin kendisi de ideolojik anlamda kendisini “Türk-İslam sentezine” dayandırmaktadır. Buda “din” ve “milliyetçiliğin” aynı potada bir araya getirilmesidir. AKP’nin kendisi de İslam’la, “milliyetçiliği kendisinde bütünleştirdiğini” iddia etmektedir. Yine AKP parti olarak küresel sermaye güçlerinin Türkiye’ye yönelik gerçekleştirmiş olduğu müdahalenin sonucu olarak kurulmuştur. Bu şekilde Küresel sermaye güçleri AKP’ye dayanarak Türkiye’ye bir biçim vermeye çalışmış, demokrasi ve özgürlük güçlerinin bir güç olarak kendisini örgütlemeleri ve alternatif haline gelmelerini engellemeye çalışmıştır.

AKP’nin kimi zaman ABD, Avrupa Devletleri ve İsrail’le karşı karşıya geliyormuş gibi söylemler kullanarak yaratmaya çalıştığı izlenimde bu gerçekliği değiştirmemektedir. AKP bu tür politikalarla, toplumda var olan ulusal ve dini yönlere hitabet ederek, asıl olarak da halkın ABD, Avrupa Devletleri ve İsrail’e karşı olan tepkilerinin önüne geçerek barajlamaya çalışmaktadır. İsrail devlet yetkililerinin “ her zaman Türk devleti ile ilişkilerimiz kesintiye uğramadan devam etmiştir” yönünde yapmış oldukları açıklamalar da bu gerçeği doğrulamaktadır.      

Ortadoğu da yaşanan gelişmelerin bu gerçeklikle birlikte ele alınmak gerekmektedir. Irak’ta, Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da, Suriye vb. ülkelerde yaşanan çatışmalara verilen görünümün altında yatan da bu gerçeklik olmaktadır. Asıl olarak da egemen güçler kendi aralarında süren çıkar savaşlarında “dini” bir istismar aracı olarak kullanmaktadırlar.

Onun içindir ki, Ortadoğu gerçekliği içerisinde yaşanan siyasal gelişmeleri ele alırken ve bu çerçeve de olası gelişmelerin alacağı biçim üzerine görüşler oluşturulurken bu gerçeklik de görülebilmeli, “din istismarı” üzerinden kamufle edilen egemenlerin kendi aralarında yürüttükleri bu savaşların deşifresi ve teşhiri gerçekleştirilebilmelidir.