Yanlışımız varsa!

Yanlışlarınız var, bunlarla yüzleşin” diyenleri suçlamak doğru olmaz, anlamak gerekiyor....

Şiyar Amed

 

Siyasi sürece karşı tutum belirlerken, yaptığımız yanlışları görmemiz ve ders çıkarmamız doğru tutum ve başarının en temel ilkesidir.

İnsan hatalarından ders çıkardığında hem erdeme hem de tecrübeye dönüşür. Örgütler için de geçerli olan bu ilke karşısında, her yanlışı ve hatayı büyüterek ayrılık gerekçesi ve daha da ötesi çatışma ve adeta “cezalandırma” gerekçesi yapanlar aslında istemeseler bile dünyada geçerli olan kurt kanununa uymaktadırlar. Ama o kanun sermaye sistemine aittir ve insani olan hiçbir yanı yoktur. Bunu her an hatırda tutmalı ve duygusal reflekslerimizi kontrol edebilmeliyiz.

Yanlışımız varsa, sizi tutsak kılmak isteyen bir sisteme hizmet edecek kadar ileri gitmenize gerekçe olabilir mi? Bunu gerekçe yapanlar olabiliyor ama gerçekten haklı ve meşru sayılabilir mi? Hangi toplumsal ve insani ilke bunu kabul eder? Ya da büyük bedellere ve yılların emeklerine karşın bir çırpıda her şeyi yıkmak, hiç geriye dönüp bakmadan gitmek ne anlama geliyor? Bu kadar kolay mı? Hangi akıl, hangi vicdan bunu kabul edebilir?

Peki, yanlışımıza karşı daha büyük yanlışla karşılık vermek adaleti sağlıyor mu? Adalet için savaşanlara karşı durmanın ve hele ki onların düşmanlarına “evet” demenin haklı ve meşru ne tür bir gerekçesi olabilir ki? Eğer gerçekten adalet peşindeyseniz bu sorulara doğru yanıt vermeli ve AKP-MHP’de nasıl bir adalet bulduğunuzu sorgulamalısınız.

“Böl-yönet” siyasetinden “böl-parçala-yok et” siyasetine gelmiş olan egemenlere karşı birlik olmamanın hangi gerekçesi adalete, kurtuluşa, huzura, toplumsal barışa hizmet edebilir?

“Yanlışlarınız var, bunlarla yüzleşin” diyenleri suçlamak doğru olmaz, anlamak gerekiyor. Fakat hiçbir sınır tanımadan saldırıya geçenleri de saygıyla karşılamamız beklenmesin.

Yanlışlarımızın olduğunu kabul ederek ve sürekli bir sorgulamayla ilerleyen bir diyalektiğimiz var. Haksızlık yapmayalım; hiçbir harekette bu derecede özeleştirisel bir yaklaşım görülmemiştir. Gücümüzü sürekli olarak gerçeklerle yüzleşmekten alıyoruz.

Yanlışlarımızı hep birlikte düzeltme sorumluluğunu taşımak yerine pes etmenin, sırt dönmenin veya karşıt cephe almanın anlamını bir kez daha sorgulayalım. Serinkanlı düşününce görülecektir ki bu daha büyük bir yanlıştır. Gelin siz de bu yanlıştan vazgeçin.

Doğrunun ve hakikatin yolundan ayrılmadan yanlışlarla mücadele edelim; yorulmuşsak bir inziva iyi gelebilir, belki bir uzun yolculuk, belki bir tartışma, hatta bir silkelenme! Fakat dönüşü olmayan kopuşlar yürekte ve ruhta onulmaz yaralar açar; yol korusun bizi, yoldan çıkmayalım!

Anılar yetmiyorsa sıcak bir dost selamı yeter mi bilinmez ama yolun yolcularına umut veren, ışık veren, ruh ve can veren tek bir şehidin anısı bile bir ömür insanı yürütmeye yeter.

Mecalsiz, soluksuz kalmışsak ve “kanat çırpmaya yetecek ortam” bulamamışsak, sabrın kutsallığına sığınalım ve dünyanın o kadar küçük olmadığını görelim; yönümüzü özgür düşüncelere ve özgür topraklara çevirelim. Kendimizi tanıyalım, kendimiz olalım. Daha iyi bir sağaltıcı tanıyan varsa söylesin?

Hiçbir kitapta yazmayan yanlışlarla bile karşılaşsak ayrılık gerekçesi olmamalı; çünkü ortamı o yanlışlara terk etmenin normal olduğu da hiçbir kitapta yazmıyor.

Nereye gidiyorsun? Hangi alemde huzuru arıyorsun? Öyle bir dünya yok! Olsaydı insanlar bedenlerini ateş yapmazlardı. Olsaydı hiç bu kadar ağır bedellere gerek olur muydu?

“Her hata kazanılmış bir zaferdir!”

Yanlışlarımızı görüyor, anlamaya ve düzeltmeye çalışıyoruz; o güzel ideallere uymayan her şeye karşı kavga veriyoruz. Adı bile roman, şiir, destan gibi olan kitabında dememiş miydi Sara yoldaş: “Hep Kavgaydı Yaşamım!” Kavgasız yaşamın ne tadı var, ne anlamı!..

 İster çalışanlar, ister halk ve kadro isterse örgütler olsun yanlışlarımızı hiç birine farz kılmıyor, dayatmıyor, normalleştirmiyoruz. Böyle bir aymazlığı ancak zalim muktedirler yapar. Çok da söylemeye gerek yok ama hadi Müslüman kimliğini çok kötü kullanan zalimlerin yaşam tarzını hatırlatmak için söyleyelim, dünya âlem biliyor ki bin kapılı saraylarda da yaşamıyoruz. Yine de bize bakmayın kendi kurtuluşunuz için ne yapmak istiyorsanız onu yapın. Ama sömürgeci soykırım rejiminin çöplüğünde beslenmeyi de kimse kurtuluş diye bize satmaya kalkmasın. Ne Bingöl ne Elazığ, ne Amed ne de Serhat halkının demagoji ve baskılara boyun bükmesini beklemesin!

Zalime karşı çıkmayanın iyi bir Müslüman sayılamayacağını bilen ve öyle yaşayan herkese selam olsun!

Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryan; Zaza, Kurmanc, Kelhor, Soran; Sünni, Alevi, Yarsani, Ezidi her kültür ve her renk kanatlansın diyedir uçurum kıyılarındaki yürüyüşlerimiz… Yürürken sorgulayanlara; sorgularken yürüyenlere selam olsun!

Acılarını zafere katık yapan halklarımızın özgür geleceği için mücadele edenlerin saflarında, tüm hatalarına rağmen dersler çıkararak yürüme cesaretini gösteren ve büyük hataları tekrarlamaktan kaçan; anıların ve geleceğe inancın gücüyle yaralarını sarmayı bilenlere ve bir kez daha acıyı bal eyleyenlere selam olsun!

Tüm şehitlerimizin aziz hatıralarına sonsuz bağlılıkla…