TÜRKİYE’NİN KAYIP YILLARI

Bir kaç çiçeği bir araya getirip bir buket yapabilirsiniz. Hatta kavanozlara yerleştirip bir kaç günlüğüne salonları süsleyebilirsiniz...

   

    Enes PÎR

      

       Siyasal egemenlik çeşitli güçlere ve militarist odaklara dayanılarak oluşturulabilir. Bir süreliğine de olsa yalan, hile ve sahtekarlıklarla ayakta tutulabilir. Baskı, şiddet ve yasaklarla varlığı sürdürülebilir. Ancak hiç bir şekilde kalıcı olamaz, bir sisteme dönüşemez. Bunun için kültür yaratımları gereklidir. Sanat ve edebiyatın her çeşidinin üretim yaparak, etkinlik göstermesine ihtiyaç vardır. Bu yaratım ve üretimler ideoloji kodları ekseninde iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini şekillendirirken onun anlayışını ve hayat tarzını da oluşturur. Kalıcı egemenlik böyle oluşur. Çünkü kültürel egemenlik benimsetilmiş ve içselleştirilmiş egemenliktir. Yönlendiricidir. Yaşamın bir bütününe sirayet eden, uzun ömürlü bir egemenliktir. Ve iktidarlar varlıklarını bu yolla sağlamış olurlar. Ancak kültür toplumlara aittir. Onun yaratımı ve yaşam değerleri olmakla birlikte iktidarlarca ters-yüz edilmiş, hırsızlanmış hallerine uygarlık ya da çevre uygarlığı denilir. Toplumlar tarihi boyunca bunlara bolca rastlamak mümkündür.

       Kültür, toplum için anlamlılık ifade eden olgularla birlikte tüm yapısallıkların gerçekleşmesini sağlar. Toplumun ahlakına, sanatına, edebiyatına, manevayatına, ekonomisine, sosyal kurumlarına ve siyasal yapılarına kadar uzanarak, insana ait varolan tüm maddi ve manevi değerleri kapsar. Bu anlamda en uzun ömürlü ve geçerli olan değerler toplamıyla birlikte oluşmuş yaşam biçimidir. Toplumsal hayatın bir bütününe öz ve biçim kazandırır. Ya kendi Modernitesini geliştirir ya da verili olan moderniteyi kendine uyarlar ve hayatın her anın da yaşamsal kılar.

       Erdoğan-Bahçeli AKP çetesi toplumdan kopuk, ona karşıtlık temelinde yalana dayalı, talancı ve despot uygulamalarını ve zulümlerini yağdırmaya devam ederek, varlıklarını sürdürmek için her yola başvurmaktadırlar. Son zamanlarda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da oluşturmaya çalıştıkları siyasal hegemonyanın geçici ve kısa süreli olduğunu farketmenin dehşetiyle siyasal mantalitelerine uygun bir kültür yaratmanın telaşı içindeler. Varlıklarını ancak bu şekilde sürdürebileceklerini sanmaktadırlar. Ancak bu kültür, eklektiğinde ötesinde maya tutmayan, suni bir kültür olmanın dışına geçememektedir.  Suni Kültür ise, kavanozdaki çiçeğe benzer. Kendini yaşatamaz, dıştan su vermeyle bir kaç günlük ömrü vardır. Zira dallarından koparılarak çalınmış olan çiçekler ancak kavanozlarda masaları süslemenin ötesinde bir anlam ifade etmezler. Kök salmaz, yeşermez, tohum vermezler. Var olan kokularının ve parlaklıklarının ömrü bile birkaç günle sınırlıdır. Ne kadar uğraşsanız dahi yaşatamazsınız. Solup giderler, kuruyup savrulurlar.

       Bir kaç çiçeği bir araya getirip bir buket yapabilirsiniz. Hatta kavanozlara yerleştirip bir kaç günlüğüne salonları süsleyebilirsiniz. Fakat canlılıkları hızla pörsüyüp, solacaktır. Sürekli yenilemeniz gerekecektir. Bu yenilemelerin kalıcılığı olmadığı gibi inandırıcılığı da olmaz.  İşte oluşturulmak istenilen kültür böylesi suni bir yapılanmadır. Erdoğan-AKP çetesi, toplamaya dayalı kültür oluşturma peşindedir. Her işini toplum mühendisliği ekseninde yürütmeye alışmış olanlar şimdi de kırk yamalı yapma bir kültür oluşturmanın hayalindedirler. Böylesi toplama, eklektik ve suni bir kültürün  ömrü de olmaz. Çünkü doğmayacaktır. Cenin haline bile gelemeyecektir. Sanal olmanın ötesine geçemeyecektir.

       Tarihten, toplumsallıktan, gelenekten beslenmeyen, üretimle, yaratımla kendini güçlendirmeyen hiç bir kültürün varlığı söz konusu olamaz. Böylesi bir kültürle insanlık karşılaşmamıştır. Olsa olsa o çok meşhur palavra söylevlerin sanal bir projesi ve bu kurgulanmış projenin argümanı olabilir. Kutsal kitaplarda yaratılış teorisiyle ilgili belirtilen “ol dedi, oldu” kelamının, kurgulanmış bir takliti olarak Erdoğan şahsında ‘izlenmeyen skeç’ olarak,  zuhur ettiğini görmekteyiz. Bu şahıs kendini mitolojilerde sözü edilen tanrılarla özdeşleştirmiştir. Adeta dönem Nemrutu olmanın ihtirasıyla yanıp-tutuşmaktadır. Bu duruma çılgınlığın tavan yapmış hali mi? demeli, yoksa similasyonlar dünyasında gezinmenin en danıskası mı? demeli...Böylesi bir zırvalama tam da tımarhane işidir.

       Tarih derslerle yüklüdür. Yazılı tarih te olsa, bazı toplumların geçmişlerine ilişkin, kimi yüzyıllara ait hiç bir kayıt bulunamamıştır. O dönemler “Yaşanmamış yüzyıl” olarak belirtilmektedir. Çünkü o yüzyılda yaşadıkları onlar için kahredici ve utanç duyulan zamanlardır. Lanetin yağdığı, ölümün ve işkencenin hakimiyet kurduğu, acının ve korkunun başat olduğu, onursuzluğun kol gezdiği bir zaman dilimidir. O dönemleri  hatırlamak bile istememişlerdir. O zamanlara ait ne varsa belgeleri ve  yapılarıyla birlikte hatta o döneme ait anıları ve bellekleri bile yerin dibine gömmüşler ve “kayıp yüzyıl” diye, kayıt düşmüşlerdir.

       Bu durum Türkiye için de geçerli olmuştur. Yarınların insanları böylesi bir vahşeti ve yalan üzerine kurulmaya çalışılan bu dönemi “kayıp yıllar” olarak kaydedeceklerdir. Çünkü hayretler içinde başını Erdoğan’ın çektiği+Bahçeli+Kılıçdaroğlu ve bunlara eklemli olan Akşener+Karamollaoğlu dönemini utanarak ve iğrenerek, öfkeyle ve ibretle öğrenmiş olacaklar. Ve AKP/MHP iktidar dönemini “yaşanmamış yıllar” olarak idrak edecek ve tarihi kayıtlara geçeceklerdir. Bu döneme ait hiç bir yazılı, sözlü ve görsel yayın, kayıt ve belge bulunamayacaktır.

       Tarih kaynaklarında kimi krallar, sultanlar ve sistemler için “tarihin çöp sepetine atıldılar” tesbitine çokça rastlamaktayız. Fakat ilginç olan çöplüğe atılsalar bile tarih kaynaklarında onlardan olumsuz ve dehşet saçanlar olarak da olsa, bahsedilmektedir. Fakat bu organize çetenin yani Erdoğan-AKP ve dayanakları için siyasetin çöp tenekesine atılmaları, onlar için bir lütuf sayılabilir. En azından yazılı kaynaklar onlardan, onların insanlık dışı ceberut uygulamalarından, zulümlerinden söz edeceklerdir. Fakat bu organize çetenin sonu böyle olmayacaktır. Çöp kutusuna atılmayacaklardır. Çokca sözü edilen, evrende var olduğu söylenilen “Kara delik”e savrulma misali bir sonları olacaktır. Çünkü kara deliğe savrulanların adı, sanı ve esamesi bir daha duyulmamış ve görülmemiştir. Adeta dipsiz ve sonsuz bir kuyu gibidir. Hiç bir madde tutunamaz, hiç bir olgu geri gerisine tırmanamaz. Kara deliğe atılan her şey yokolup giderek, sonsuzluğun içinde helak olur. İşte böylesi bir son kapının eşiğine gelip, dayanmıştır. Ha bugün ha yarın kapıyı kırıp dalacaktır içeriye ve bu levitan çetesini savuracaktır, kara delik misali dipsiz helak kuyusuna. Ve Türkiye insanı bu zamanları “yaşanmamış yıllar” olarak ilan edecek ve haklarında hiç bir veri olmayacaktır. Onların simülasyonlar dünyasında gezinerek, kurmaya çalıştıkları sistemleri ve bu sistemlerin kurumları, yapıları, suni kültürleri ve sanal yaşamları tüm yalan ve dalavereleriyle birlikte helak kuyusuna atılarak bu dönemleri “yitik yıllar”, “yaşanmamış zamanlar” ya da“bilinmeyen seneler” olarak hafızalara ve tarihe not düşeceklerdir.

       Özgürlük Hareketinin 30 yıllık mücadelesi sonucu nasılki, kurmaca laik-tekçi cumhuriyet, tarihin çöplüğüne yuvarlandıysa, yine Özgürlük Hareketinin 17 yıllık mücadelesi neticesinde Erdoğan-Bahçeli organize çetesinin oluşturmaya çalıştığı Milliyetçi-İslam Cumhuriyeti de helak kuyusuna savrulacaktır. Organize çetenin uyguladığı tavan yapmış faşizm de dipsiz kuyuda sonlanacaktır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan üzerine gerilmek istenilen ölü perdesi parçalanarak, demokrasi seçeneği, en uygun ve kalıcı alternatif olarak, meşru ve yasal çerçevede hayat bulacaktır.

       Dönem Demokrasi zamanıdır. Demokratik Cumhuriyete geçiş, kapıya dayanmıştır. Anadolu, Kürdistan ve Mezopotamya halklarının, birbütün olarak Ortadoğu’nun, Güneşin ışınlarıyla aydınlanıp, ısındığı, yol-yöntem bulup coştuğu zamandır. Bu zamanlar beşbin yıllık eril zihniyete darbelerin vurulduğu, iktidarların başaşağı gidişlerinin başladığı, toplumların güçlenip, irade oldukları, kendilerini yönetip, savundukları dönemdir. An bu andır. İnsanlığın düşürüldüğü yerde dirildiği, kendi gerçekliğini farkedip özüyle buluşma yoluna girdiği zamandır. Bu zamanın özgürlük türküleri, zılgıtları, çanları, gongları, ezanları ve haykırışları toplumların gücünü ve kardeşliğini simgelerken, iktidarlar ve egemenler için ise, sonun geldiğini bildiren hükümranlığın bitiş ilanıdır.