ULUSLARARASI KOMPLO SALDIRISI KÜRT SOYKIRIMINI DEVAM ETTİRME SALDIRISIDIR

Duran Kalkan

 

Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi olarak ‘Kürt Soykırım Günü’ olan ve halkımızın ‘Kara Gün’ dediği 15 Şubat 1999 komplosunun ve komploya karşı yürüttüğümüz tarihi özgürlük mücadelesinin 22. yıldönümünü yaşıyoruz.

Uluslararası komplo denen olay her şeyden önce bir saldırıdır, hem de topyekûn bir saldırı, küresel bir saldırı ve imha amaçlı yürütülen bir saldırıdır. Söz konusu saldırı olayı soyut bir durum değildir.Tam tersine somut bir olay ve bir gerçekliktir. Bu bakımdan önce bu somutluğu tanımlamak lazım. Yani komplonun zamanını, amaçlarını, hedeflerini, komployu yapan güçleri bir kere daha hatırlamak gereklidir. Herkes şu gerçeği çok iyi biliyor ki, komployu ABD Yönetimi kararlaştırdı, planladı ve uyguladı. Kuşkusuz ABD böyle bir kararı alırken en çok İngiltere’den, İsrail’den güç ve destek aldı. Çünkü bu güçler birlikte hareket ediyorlardı. Küresel kapitalist modernite sistemini birlikte yürütüyorlardı.

Diğer yandan ABD, başta dönemin Mısır yönetimi Hüsnü Mübarek olmak üzere birçok gücü de söz konusu komployu başarıya götürmek için kullandı. Aslında iktidarcı ve devletçi sistemin ihtiyaç duyduğu bütün imkânlarını kullanmaktan geri durmadı. Hatta onu da aştı; devlet olmayan birçok iktidarcı gücü de kullandı. Bu temelde uluslararası komplo saldırısı bir imha saldırısı olarak Önder Apo’nun imhasını hedefledi. Öncelikle komplocu yöntemlerle kim vurduya getirerek bunu yapmaya çalıştılar. Başaramayınca 15 Şubat komplosu temelinde TC’ye verip idam ettirmek istediler. Bu boşa çıkarılınca İmralı işkence ve tecrit sistemini geliştirerek çürütme politikasıyla Önder Apo ideolojik ve siyasi olarak yenilmek, bitirilmek istendi. Bu da boşa çıkarılınca mevcut Tayyip Erdoğan yönetimi, AKP iktidarı bu işle görevlendirildi. İslam ümmetçiliğine dayanarak Kürt toplumunun Önder Apo’ya ve PKK’ye desteğinin azaltılması için çalışıldı. İçten provakatif-tasfiyeci saldırılar dayatılarak PKK bölünüp-parçalanmak istendi. Bu konuda da başarısız kalınınca 2005 Ağustosundan bu yana tekrar topyekûn-faşist-soykırımcı özel savaş temelinde imha ve tasfiye amaçlı çok yoğun bir saldırı yürütülüyor. Bu 16 yıldır devam ediyor. Bu saldırı başta Önder Apo olmak üzere gerillayı, kadın ve gençlik hareketimizi, dört parça Kürdistan ve yurtdışındaki halkımızı, dostlarımızı, tüm PKK’yi hedefliyor.

Faşist-soykırımcı TC devleti böyle bir saldırı yürütürken başta ABD olmak üzere NATO’dan istediği her türlü desteği alıyor. Kısacası uluslararası komplo saldırısı bu temelde topyekûn faşist-soykırımcı imha ve tasfiye konsepti temelinde devam ettiriliyor. İdeolojik, askeri, siyasi, ekonomik her boyutta yürütülüyor. Bu saldırıda hiçbir hukuk ve ahlaki kural dinlemeden, her türlü yöntem ve araç kullanılıyor.

Uluslararası komplo stratejisinin şu şekilde oluşturulduğunu biliyoruz: Önder Apo’yu imha ederek PKK’yi tasfiye etmek, PKK’nin tasfiyesine dayanarak da yüzyıldır yürütülen Kürt Soykırımını sonuca götürmek! Yani özünde uluslararası komplo saldırısı bir soykırım saldırısıdır. Kürt halkının soykırımdan geçirilmesi saldırısıdır. Yüzyıldır başlatılmış, yürütülmüş olan bu soykırım saldırısı 9 Ekim 1998 tarihinden bu yana doğrudan Önder Apo’yu hedefleme temelinde uluslararası komplo saldırısı biçiminde sürdürülmektedir. Çünkü soykırım zihniyet ve siyasetine karşı Kürt halkının varlık ve özgürlük özlemleri, inançları, amaçları PKK öncülüğünde bir örgüte ve eyleme dönüşmüştür. PKK’yi yaratan, örgütleyen, yürüten de Önder Abdullah Öcalan’dır. Dolayısıyla Önder Apo Kürt halkının varlık ve özgürlük iradesi konumundadır. Yani bu temelde Kürt soykırımını tamamlamak için Kürt halkının varlık ve özgürlük iradesi olan Önder Apo’yu hedeflediler. Bu iradeyi Önder Apo’nun imhası ve PKK’nin tasfiyesi temelinde gerçekleştirerek yüzyıldır yürütülen Kürt soykırımını başarıya götürmek istediler.

Bu çerçevede komplonun 9 Ekim 1998 günü Önder Apo’nun Suriye’den çıkarılmasıyla başladığını biliyoruz. Esas komplo da 9 Ekim günü gerçekleştirilmek istenen bir saldırı biçiminde planlanmıştı. Önder Apo Suriye’den çıkartılmış, davet edildiği Yunanistan’a sokulmayarak boşlukta bırakılmıştır. Aslında böyle bir boşluk ortamında vurularak imha edilmek ve kim vurduya getirilmek istenmiştir. Önder Apo’nun Yunanistan’dan geri dönmemesi, oradan Rusya’ya ve sonrasında İtalya’ya gitmesi ve bu hareketliliğin başka biçimlerde devam etmesi sonucunda aslında 9 Ekim günü planlanan imha saldırısı boşa çıkarılmıştır. Bu sayede uluslararası komplo deşifre edilmiş ve ona karşı mücadele dediğimiz süreç ortaya çıkmıştır. Çeşitli, farklı yöntemlerle söz konusu imha başarılamayınca, işte süreç 15 Şubat 1999 komplosuna dönüştürülmüş ve idam öngörülmüştür. O da başarılamayınca 22 yıldır sürdürülen İmralı işkence ve tecrit sistemi ortaya çıkarılmıştır. Bugün komplo demek İmralı işkence ve tecrit sistemi demektir.

Şimdi dikkat edilirse uluslararası komplo denen kapsamlı imha saldırısı doğrudan Kürt sorunuyla bağlantılı bir saldırıdır. Kürt sorunu demek Kürt halkının soykırıma uğratılması demektir, bunun karar ve pratiği demektir. Birçokları Kürt sorunu diyor,böyle tanımlıyor, zannediyorlar ki bu sorunu Kürtler yaratıyor. Öyle değildir. Kürt sorunu 1. Dünya Savaşı içerisinde farklı kapitalist tekellerin dünyayı paylaşmak için yürüttükleri kavga sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Kürdistan’ı bölen, Kürt halkını yok sayan ve yok etmek isteyen bu zihniyet ve siyasettir. Dolayısıyla uluslararası komplo saldırısı Kürt soykırımını devam ettirme saldırısıdır. Bu temelde Kürt sorununun çözümüne karşıdır. Kürt varlığına ve özgürlüğüne karşıdır, Kürt sorununun demokratik, siyasi çözümünü engellemeye dönüktür. Daha genel ifade edersek; Kürdistan’ın özgürlüğünü, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini, insanlığın özgür ve demokratik yaşama kavuşmasını engellemek için küresel kapitalist modernite sisteminin öncüleri tarafından kararlaştırılıp, örgütlenip yürütülen ve bugüne kadar da devam ettirilmeye çalışılan bir saldırı olmaktadır.Demek ki kapitalist modernite sisteminin bir saldırısıdır. Onun küresel-hegemonik bir güç haline gelme özelliğiyle bağlantılıdır.

Çok iyi biliniyor ki, kapitalist modernite sistemi 1. Dünya Savaşıyla birlikte küresel-hegemonik bir yapı kazandı. 1. Dünya Savaşı da esas olarak Ortadoğu’da yürütülen bir savaş oldu. Ortadoğu’nun tarihsel ve güncel zenginlik değerlerinin, enerji kaynaklarının gasp edilmesi, onlar üzerinde egemenlik kurulması için yapıldı. Bu egemenliği paylaşma savaşı olarak gerçekleşti. Böyle bir Ortadoğu’yu ele geçirme savaşı çerçevesinde çeşitli tekelci güçler arasında varılan uzlaşma sonucundaKürtler yok sayıldı ve yok edilmesi gerektiği kararlaştırıldı. Kürdistan’ın dört parçaya bölünerek dört ulus devletin egemenliği altına geçirilip ortak bir yönetimle yönetilmesi ve bu temelde Kürt soykırımının gerçekleştirilmesi öngörüldü. Bu ortak yönetim ve saldırı 20. yüzyıl boyunca sürdürüldü. Küresel kapitalist sistemin öncülüğünü yapan güçler Türkiye, İran, Irak ve Suriye devletleriyle geliştirdikleri Bağdat Paktıyla, SENTO’yla, ikili ilişkilerle, ortaklaşa bu soykırım saldırısını yürüttüler.

Bu soykırıma karşı Kürt varlığını ve özgürlüğünü duygu, düşünce, bilinç, çizgi, örgüt ve eyleme 1970’lerin başından itibaren harekete geçiren güç Önder Apo gerçekliği oldu. Önderliksel doğuş ya da Önder Apo gerçeği bu çerçevede yok edilmek istenen Kürt halkının ulusal varlığı, direnişi, dirilişi ve özgürleşme çabası oluyor. Önder Apo böyle bir gerçekliği ifade ediyor. Bunun örgüte ve eyleme dönüşmesi PKK ve gerilla mücadelesi olarak şekilleniyor. Parti öncülüğünde yürütülen gerilla direnişi temelinde Kürt sorunun demokratik çözümü dünya siyasetine dayatılıyor. Böyle bir duruma geldiği andan itibaren Kürdistan’ı parçalayan, Kürtleri yok sayan, yok etmek isteyen dünya siyaseti de söz konusu Kürt varlık ve özgürlük gelişimini imha ve yok etmek için bir saldırı yürütüyor. İşte uluslararası komplo bu saldırının doğrudan Önder Apo’yu hedefleyen planlı bir uygulaması, pratikleştirilmesi olmaktadır.

Demek ki uluslararası komplo Kürt sorununa dayanıyor. Kürt soykırımını hedefliyor. ABD öncülüğünde küresel kapitalist modernite sistemi tarafından yürütülüyor. Önder Apo’nun imhası, PKK’nin tasfiyesi ve Kürt soykırımının tamamlanmasını gerçekleştirmek istiyor. Bu bir anda ortaya çıkmıyor, bir tarihsel mücadele sürecini kapsıyor. Somut olarak 9 Ekim 1998 günü başlatılmış ve 15 Şubat 1999’da İmralı işkence ve tecrit sistemi haline dönüştürülmüş olsa da aslında daha önceden bir hazırlanma dönemi söz konusudur. Bu da esas itibariyle 1990’ların başından itibaren gelişen bir durumdur. Aslında 90’ların başından komplonun resmen başlatıldığı sürece kadar olan dönemi, söz konusu komplo saldırısı için bir hazırlanma dönemi olarak da görülebilir.

Bu durumda ‘komplonun örgütlenmesini ve uygulanmasını ortaya çıkaran politik etkenler nelerdir, nedir?’ denildiğinde; öncelikle 90’ların başından itibaren başlatılan 3. Dünya Savaşını görmemiz lazım. 3. Dünya Savaşı’yla uluslararası komplo saldırısı iç içe gelişen ve birbiriyle bağ içinde olan bir saldırıdır. 3. Dünya Savaşı’nın Sovyetler Birliğinin çözülüşüyle gündeme geldiğini ve ABD-Irak savaşı olan Körfez Kriziyle başladığını biliyoruz. Sovyetler Birliğinin çözülüşüyle birlikte Küresel kapitalist sistemin öncülüğünü yapan ABD Yönetimi ‘Yeni Dünya Düzeni’ projesi adı altında bir stratejik planlama yapmış ve bu temelde 20. yüzyıl boyunca sisteme karşı olan güç ve gelişmeleri tasfiye ederek kapitalist modernite sistemini kendi öncülüğünde dünyada yeniden yapılandırmak istemiştir. Bunu gerçekleştirebilmek ve Balkanlar’da, Kafkasya, Afrika, Asya, Amerika’da kapitalizm karşıtı gelişmeleri etkisiz kılabilmek için öncelikle Ortadoğu’yu denetim altına alma ihtiyacı duymuştur. Çünkü kapitalist sistem küresel-hegemonik güç haline ancak Ortadoğu’yu zapt ederek ulaşmıştır. Bununla birlikte ekonomik, siyasi hâkimiyet kurmuş olmasına rağmen Ortadoğu’yu tümden yutabilmiş değildir. Ortadoğu her an sistem karşıtı gelişmelerin yaşanabileceği bir alan pozisyonundadır. Bu nedenle kapitalist modernite sistemini Sovyetler Birliğinin çözülüşü ardından yeniden yapılandırmak için öncelikle Ortadoğu’nun denetlenmesi gerekmiştir. Böyle bir planlama doğrultusunda Ortadoğu’yu denetleme saldırısını ABD Körfez Krizi ve Savaş’ıyla başlatmıştır.

 Irak’a yöneltilen Körfez Savaşı aslında tüm bölgeye dönük bir siyasi ve askeri müdahaledir. Sonuçları itibariyle de bölgenin kontrol ve denetim altına alınmasını hedeflemiştir. Bu durum nasıl gerçekleşmiştir? Öncelikle Irak’ın üçe bölünmesi, Saddam Hüseyin Yönetimi’nin Bağdat etrafında kuşatmaya alınması ile gerçekleştirilmiştir. Çünkü alan olarak Irak, siyasi-askeri güç olarak da Saddam Hüseyin Yönetimi sisteme karşı her türlü aykırı gelişmelerin ortaya çıkmasını en fazla taşıyan zemin konumundadır. Dolayısıyla öncelikle dünyanın orta göbeği, iktidarcı ve devletçi sistemin doğup, bugüne kadar geliştiği yer olarak Ortadoğu, onun da merkezi konumunda olan Irak denetim altına alınmak istenmiştir.

Dolayısıyla sistemin, Sovyetlerin çözülüşü ardından kendi hegemonyasını yeniden ve daha sağlam yapılandırmak için saldırıya geçerken birinci hedefinin Irak’ı denetim altına almak olması gayet doğal ve anlaşılırdır. Irak savaşıyla aslında sadece Saddam Hüseyin Yönetimi değil ve yine sadece Irak değil, bütün Ortadoğu ve Ortadoğu’daki devrimci-demokratik güçler, halk hareketleri, sistem karşıtı oluşumlar ve siyasi güçler denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Bu nedenledir ki, Saddam Hüseyin Yönetimine karşı küresel bir ittifak, hemen ardından bölgesel bir ittifak oluşturularak adeta Ortadoğu’da ve dünyada ABD öncülüğünde yeni bir siyasi yapılanma yaratılmak istenmiştir.

Irak’ın üçe bölünüp kontrol altına alınma müdahalesi ve Körfez Savaş’ıyla ABD’nin Ortadoğu’ya dönük yürüttüğü müdahalenin iki temel hedefinin daha olduğunu ifade etmemiz gerekir. Birincisi Ortadoğu’nun en dinamik güçlerinden birisi olan Arap toplum milliyetçiliğinin ve radikalizminin merkezi konumunda bulunan Filistin devriminin ve direnişinin kontrol altına alınması ve tasfiye edilmesidir. İkincisi de 1. Dünya Savaşı’yla küresel hegemonyanın yok saydığı ve yok etmek istediği ama PKK öncülüğünde var olma mücadelesine yönelmiş olan Kürdistan’ın denetim altına alınmasıdır. Kürdistan’da varlık ve özgürlük adına ortaya çıkan gelişmelerin engellenmesidir. Bu bakımdan Körfez Savaş’ıyla Irak’a yöneltilen saldırı aslında Filistin ve Kürdistan devrimlerine yöneltilen birer saldırı olarak yaşanmıştır. Nitekim 1993’ten itibaren Oslo Barış Süreci adı altında Filistin’e bir tasfiye planı dayatılmıştır ki, günümüze kadar adeta bu plan uygulanmış ve Filistin direnişi bitirilme noktasına getirilmiştir. Böylece 1970’lerin, 80’lerin Ortadoğu’yu ve dünyayı en çok etkileyen devrim ve direniş ocağı bu biçimde söndürülmüştür.

1991’de Körfez Savaş sürecinde ise Çekiç Güç Operasyonu adı altında 36. Paralelin kuzeyini kapsayan bir askeri planlama oluşturularak PKK’nin Güney Kürdistan’a girişi engellenmek ve PKK Kuzey Kürdistan’la sınırlandırılmak istenmiştir. Böylece Kuzey Kürdistan’da gelişen Kürdistan Özgürlük Devriminin Kürdistan’ın diğer parçalarına yayılarak başarıya gitmesi engellenmek, kontrol altına alınmak istenmiştir. 90’lı yıllar boyunca PKK öncülüğündeki Kürt Özgürlük Hareketine karşı da Çekiç Güç Operasyonu temelinde böyle bir saldırının yürütüldüğünü bilmemiz gerekir. Bu durum 1992 güzündeki Güney Savaşıyla sistem kazanmış, ardından NATO destekli Türk Ordusunun Kuzey’e ve Güney’e dönük saldırılarının artırılarak sürdürülmesi temelinde Kürt Özgürlük Mücadelesini yürüten gerilla hareketi ezilmek ve yenilgiye uğratılmak istenmiştir. İşte 9 Ekim 1998’de Önder Apo’ya imha amacıyla doğrudan başlayan saldırının hazırlık dönemini böyle değerlendirebiliriz.

90’lı yıllar boyunca Ortadoğu’da kurduğu bu denetime dayanarak ABD öncülüğü dünyanın diğer alanlarında 20. yüzyıl boyunca kapitalizm karşıtı gelişmeleri ekonomik, askeri, siyasi müdahalelerle etkisiz kılmış, eritip sisteme entegre etmeyi başarmıştır. Bunu sağladıktan sonra 1990’ların sonuna doğru yeniden yönünü Ortadoğu’ya çevirmiş, bu temelde Ortadoğu’yu da daha güçlü bir şekilde denetim altına alma, Ortadoğu’da sistem karşıtlarını daha fazla ezip yok etme planlaması temelinde yeni bir saldırı sürecinin içine girmiştir. Böyle bir saldırıyı yürütmede El-Kaide’nin 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’deki ikiz kuleleri vurması olayı da bir gerekçe olarak kullanılmıştır. Artık bunu kimler nasıl çıkarmıştır bilemeyiz. 2 Ağustos 1990 günü Saddam Ordularının Kuveyt’i işgalini kimlerin düşünüp ortaya çıkardığı bilinmediği gibi! 11 Eylül 2001 ikiz kule saldırısının da kimler tarafından ortaya çıkartıldığı yine bilinmemektedir. Yapılanlar belli, ama yaptıranlar tam net değildir. Bir olaydan kim en fazla fayda sağlıyorsa onun yaptırdığı söylenir. Dikkat edilirse bu olaylardan en çok fayda sağlayan ABD ve öncülük ettiği kapitalist modernite sistemi olmuştur. O halde doğrudan ya da dolaylı olarak bu tür söz konusu saldırılarla bu güçlerin ilişkilerinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

O halde 3. Dünya Savaşı’nın ilk aşaması Körfez Savaş’ıyla birlikte başlamış ve 90’lı yıllar boyunca sürmüş, 90’ların sonundaOrtadoğu’ya ikinci bir müdahaleyleyeni bir aşama olarak,Ortadoğu’yu daha sıkı denetim, baskı ve sömürü altına alma saldırısı halini almıştır. Bunun da hedefinde yine öncelikle Irak vardır. Saddam Hüseyin Yönetiminin yok edilmesi vardır. Böyle bir müdahaleyi yapabilmek için kapitalist modernite sistemi yeniden Kürdistan’ı denetim altına alma ihtiyacı duymuştur.

Dikkat edelim sistem güçleri 1991 Körfez Savaş’ında Saddam Ordularını ezmiş olmasına rağmen Bağdat’a girmemiş, Saddam Hüseyin Yönetimini tümden yıkmamıştır. Neden? Çünkü öyle bir durumda ortaya çıkacak boşluğu Filistin ve Kürdistan devrimleri öncülüğünde sistem karşıtı gelişmeler biçiminde değerlendirileceğinden korkulmuştur. 91’den 2003’e kadar Saddam Yönetimi Bağdat etrafında bu tür gelişmeleri engellemek için yaşatılmıştır. Dolayısıyla Saddam Hüseyin Yönetimini yıkmak üzere yeni bir planlama yaparken söz konusu saldırı sonrasında ortaya çıkabilecek boşlukları kendi aleyhine değerlendirilmesini engellemek istemiştir. Bu konuda en çok korktuğu Kürt Özgürlük devriminin gelişimidir.

 Kuzey Kürdistan’da bütün saldırılara rağmen PKK öncülüğü ve gerilla hareketi yenilip, ezilememiştir. Bağdat’ta Saddam Hüseyin Yönetiminin yıkılıp dağılması ardından PKK’nin bütün Kürdistan’a güçlerini yayabileceği, dört parça Kürdistan’da birden özgürlük devrimini geliştirebileceği korkusuyla Saddam Hüseyin Yönetimini yıkma operasyonunun Önder Apo’ya dönük 9 Ekim 1998’de startı verilen uluslararası komployla başlatmıştır. Dolayısıyla uluslararası komplo 3. Dünya Savaşı’nda Ortadoğu’ya dönük ikinci ABD müdahalesinin başlangıcı olmuştur. Komployla Önder Apo’nun etkisiz hale getirilmesi, PKK’nin dağıtılması, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin tasfiye edilmesi hedeflenmiştir. Böylece Saddam Hüseyin yönetimiyle çatışmaya girildiğinde ortaya çıkabilecek boşluklardan oluşacak imkan ve fırsatlardan Kürt Özgürlük Devriminin yararlanması engellenmek istenmiştir. ABD, güçlü bir PKK varlığının olduğu, Önder Apo’nun mücadele yürüttüğü, PKK’yi ve gerillayı yönettiği koşullarda Irak’a saldırmaktan, Saddam Hüseyin Yönetimini yıkmaktan korkmuştur. Böyle bir şeye girerse bundan PKK, Kürdistan Özgürlük Devrimi kazançlı çıkar ve küresel kapitalist sistemi aşan alternatif bir demokratik Ortadoğu sistemi gelişir kaygısıyla önce Kürt Özgürlük Hareketini, onun Önderliğini etkisiz kılmayı, ardından da Irak’a ve bölgenin diğer alanlarına yeni bir müdahale geliştirmeyi öngörmüş ve planlayıp uygulamaya koymuştur. Nitekim 15 Şubat komplosu tamamen böyle bir pazarlık temelinde gerçekleşmiştir.

Bu söylediklerimizin kanıtı şudur: CIA-MİT pazarlığı temelinde Önder Apo’nun Kenya’dan Türkiye’ye götürülmesi gerçekleşmiştir. Bu pazarlığın temelinde ABD’nin Saddam Hüseyin Yönetimini yıkma saldırısında TC’nin vereceği destek vardır. Nitekim 15 Şubat 1999 günü saat 12’de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit CIA’ya bu temelde güvence vermiştir. Bu güvence,ABD Saddam Hüseyin Yönetimine saldırdığında TC’nin ABD’ye destek vereceği güvencesidir. Bu güvenceden 5 saat sonra Kenya’da CIA, MİT ve Türk Kontrgerillasına Önder Apo’yu teslim etmiştir. 15 Şubat korsanlık eylemi işte böyle bir pazarlık temelinde gerçekleşmiştir.

Buradan da görülüyor ki daha 15 Şubat 1999 tarihinde ABD Irak’a yeni bir saldırı yapmayı, Saddam Hüseyin Yönetimini tümden yıkmayı, Bağdat’ı ele geçirmeyi, Irak’ı işgal etmeyi kararlaştırmış ve planlamış durumdadır. Onun için hazırlık yapmaktadır. İşte Önder Apo’ya ve Kürt Özgürlük Hareketine yöneltilen komplocu saldırı, kapitalist modernite sisteminin bölgeye dönük bu temeldeki yeni ve daha kapsamlı bir saldırısı için hem hazırlık hem de başlangıç olmuştur.

Önder Apo’ya ve onun şahsında Kürt varlık ve özgürlük iradesine yöneltilen uluslararası komplo saldırısı 3. Dünya Savaşı kapsamında planlanıp yürütülen, dolayısıyla bu savaşın amaçlarına bağlı olan bir saldırıdır. 22. yıldönümünü yaşamakta olduğumuz günümüzde de 3. Dünya Savaşı denen süreç devam etmektedir ve uluslararası komplo da aynı kapsamda değerlendirilmeye ve yürütülmeye çalışılmaktadır. Zaten Kürt soykırımı, dünyayı paylaşan, Ortadoğu’yu ele geçiren kapitalist modernite sisteminin bir dünya savaşı düzeyindeki kendi iç çelişki ve çatışmalarından kaynaklı ortaya çıkmıştır.

15 Şubat komplosunun Kürt sorunu ile bağlantılı olduğunu, Kürt soykırımını tamamlamayı amaçladığını biliyoruz. Bu da gösteriyor ki tarihsel bir temele dayanıyor. Kürt sorunu gibi yüz yıllık gibi bir soruna dayanıyor. Bu sorunun amacı olan Kürt soykırımını tamamlamayı öngörüyor. Tarihsel ve ulusal gerçekliğini böyle anlamak lazım. Öyle 9 Ekim 1998 ya da 15 Şubat 1999 günü ortaya çıkmış bir durum değildir. Tam tersine Kürt sorununun gerçeği olan Kürt soykırımını tamamlama amacıyla bağlantılıdır. Kürt sorununu ortaya çıkaran, Kürt soykırımını yürüten güçler tarafından örgütlenip yürütülüyor. Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’ndan itibaren ortaya çıkmış bir sorun ve olay oluyor. Kapitalist modernite sisteminin küresel hegemonik hale gelme tarzıyla bağlantılı bulunuyor. Toplumsal olarak Kürt varlığını her düzeyde bitirmeyi, Kürtleri Türkleştirmeyi, ulusal yok oluşa, başkalaşıma uğratmayı hedefliyor. Gerçekten de dört başı mamur bir soykırım saldırısıdır. Böyle bir sorunun ortaya çıkarılışı ve bu temeldeki soykırımcı saldırılar Kürdistan dörde bölündükten sonra 1. Dünya Savaşı’ndan sonra her parçada planlı ve örgütlü bir biçimde geliştirildi. TC devleti bunu Kuzey Kürdistan’da bir biçimde yürüttü. Doğu Kürdistan’da İran devleti benzer bir biçimde yürüttü. Biraz arkadan takip etmek üzere Irak ve Suriye devletleri kısmen farklı ama özü benzer biçimlerde yürütmeye çalıştılar.

Bu soykırım zihniyeti ve siyasetini en önde uygulamaya koyan TC devleti oldu. Bu temelde Şark Islahat Planı gibi kapsamlı bir soykırım projesi hazırladı. Son derece kendini örgütlü ve planlı hale getirdi. Çeşitli komplo yöntemleriyle Kürdistan’ı parça parça işgal etmek ve Kürt direncini tümden kırarak kültürel soykırımın zeminini yaratmak için siyasi-askeri saldırıya geçti. Bu saldırılara karşı Kürtler 1925’ten itibaren farklı bölgelerde, tıpkı 19. yüzyılda olduğu gibi direndiler. Sömürgeci-soykırımcı devlet saldırılarını bölgeler düzeyinde ve farklı zamanlarda hedeflediği ve planladığı için direnişler de bölgesel düzeyde oldu. İlk planlı saldırı Bingöl, Amed hattına yöneltildi. Burası Kürtlüğün kuşkusuz merkeziydi. Kürt toplumsallığının yoğunlaştığı alandı. Amed tarihsel olarak da hem toplumsallığın hem de iktidar ve devlet sistemlerinin Kürdistan’ı da aşan bir düzeyde merkezileştiği bir sahaydı. Burada Kürt ulusal değerleri çok yüksek düzeyde gelişmişti. TC sömürgeciliği-soykırımcılığı böyle bir merkeze ilk elden saldırarak ve oradaki Kürt iradesini ve gücünü ezerek diğer bölgelere yönelme stratejisi izledi. Dolayısıyla ilk saldırısını bu sahaya yöneltti.

Buna karşı da Kürt toplumu Şeyh Sait İsyanı denen büyük bir direniş geliştirdi. Bu direniş Bingöl-Amed hattında kısa süreli olarak etkili de oldu. Fakat iyi örgütlenemedi, iyi yönetilemedi. Çok hazırlıklı değildi. Sömürgeci güçler çeşitli komplolar, hileler, ajan faaliyeti yürüttü. Kürtler bunu fark edip açığa çıkaramadılar. Sonuçta bu direniş ezildi. Sömürgeci-soykırımcı saldırı başarılı oldu. Biliniyor daha sonra 1930’larda Serhat alanına, 1934’ten sonra da Kürdistan’ın kalesi konumunda olan Dersim sahasına sömürgeci-soykırımcı saldırılar yöneltildi. Kürt sorunu temelinde Kürt soykırımını gerçekleştirmek için 1. Dünya Savaşı’ndan sonra TC eliyle Kürdistan’ın kalbi konumunda olan Amed-Bingöl hattına yöneltilen sömürgeci-soykırımcı saldırı 1925 yılının Şubat ayının ortalarında gerçekleşti. 13 Şubat’ta çeşitli provokasyonlar oldu. 14-15 Şubat’ta soykırımcı saldırılar ve buna karşı direniş somutluk kazandı. 1. Dünya Savaşı ardından soykırımı gerçekleştirmek amacıyla Amed’e ilk saldırı şubat ortasında gerçekleşmişti. Kürt varlığını ve özgürlüğünü sağlamak üzere Önder Apo’nun örgütleyip geliştirdiği direnişe karşı son sömürgeci-soykırımcı saldırı da uluslararası komplo temelinde Önder Apo’yu hedeflemek üzere 15 Şubat 1999’da gerçekleşti. O da Şubat’ın ortasında oldu. Önder Apo bu ilk ve son sömürgeci-soykırımcı saldırı gerçekliğini değerlendirerek 15 Şubat’ı Kürt Soykırım Günü olarak tanımladı ve ilan etti.

15 Şubat işte Amed’e, Şeyh Sait Önderliğine yöneltilen saldırının günüydü, aynı zamanda Önder Apo’ya yöneltilen saldırının günüydü. Soykırım saldırılarının somut ifadesi oluyordu. Zaten halkımız uluslararası komplo ardından bugüne ‘Kara Gün’ demişti. Önder Apo Ermeni Soykırım Günü’ne yaptığı çağrışıma binaen 15 Şubat’ı Kürt Soykırım Günü olarak tanımladı. Bu böylece ilan da edildi. 15 Şubat, yani şubatın ortası gerçekten de Kürt soykırımını ifade ediyor. Soykırım amaçlı Kürdistan’a faşist-soykırımcı-sömürgeci zihniyetin saldırı örgütleyip yürüttüğü gün olma özelliği taşıyor. Bu önemlidir, anlamlıdır. Soykırım gerçeğini doğru anlamak, ona karşı mücadele etmenin gereklerini, yollarını, yöntemlerini bulabilmek açısından böyle bir tanımlama önemlidir. Bu bir tür somutlaştırma oluyor. Soykırımın somutlaştırıldığı çeşitli veriler vardır. ‘15 Şubat Kürt Soykırım Günü’nde Kürdistan’da yüz yıldır yöneltilen soykırım gerçeğinin yeni bir somutlaştırılmasını ifade ediyor. Böyle anlamak, değerlendirmek ve bu temelde de soykırımı çözümleyip ona karşı yurtseverlik mücadelesinin derin bilincine ve pratiğine ulaşmak gerekiyor.

22 yıllık büyük mücadele içerisinde hareket ve halk olarak uluslararası komplo gerçeğini, onun dayandığı Kürt soykırım sistemini ve buna karşı başarılı bir özgürlük mücadelesi yürütmenin tarihsel önemini çok büyük ölçüde bilince çıkarmış ve kavramış durumdayız. Önder Apo’nun 22 yıllık İmralı duruşu ve direnişiyle geliştirdiği savunmalar tüm bunları çözümledi ve bizleri güçlü ve derin bir bilince kavuşturdu. Her şeyden önce uluslararası komploya karşı 23. mücadele yılına böyle bir bilinçlenme temelinde giriyoruz. Komplocu güçler ayakta kalabilmek için saldırılarını tüm boyutlarıyla sürdürüyorlar. İşte AKP-MHP faşizminin topyekûn özel savaş konsepti temelinde Kuzey Kürdistan’da olduğu gibi Başûr ve Rojava Kürdistan’da, yine yurtdışında halkımıza dönük soykırımcı baskı ve katliamlarını azgın bir biçimde yürüttüğü açıktır.  AKP-MHP faşizmi varlığını böyle bir saldırının başarısına dayandırıyor.

Komploya karşı 23. yıl mücadelesini ele alıyoruz, planlıyoruz, örgütlüyoruz ve yürütüyoruz. Komploya ve tecride karşı 23. yıl mücadelesi olarak kapsamlı bir direnme hamlesi geliştiriyoruz. Bunu giderek her alanda daha çok somutlaştıracağız ve yaratıcı yöntemlerle uygulayacağız. İmralı tecrit sistemini kırıp komployu 23. yılda daha büyük yenilgilere uğratacağız. Hedefimiz budur, kararlılığımız bu temeldedir. Bunu gerçekleştirmek içintabi Bakur’da, Başûr’da, Rojava’da AKP-MHP faşizmini yıkmayı hedefleyen çok yönlü topyekûn bir direnişi geliştireceğiz; Gerilladan halk direnişine kadar her türlü direnme biçimini, Türkiye’nin demokratik güçleriyle yaygın ve yaratıcı bir tarzda geliştireceğiz. Bu temelde AKP-MHP faşizmini yıkıp Kürdistan’ı özgür, Türkiye’yi Demokratik hale getirme hedefimizi gerçekleştireceğiz. 23. yıl böyle bir hedefi başarmak için çok uygun bir yıldır ve bunu kesinlikle bu yılda yapmayı hedefliyoruz.

Uluslararası komplocu güçler 22 yıldır boşa çıktılar, yenilgiye uğradılar. Artık komployu sürdürme ve başarıya götürme çabaları nafiledir. Kesinlikle daha fazla yenilgi alacaklar, başarısız kalacaklar.

Bu temelde bir kere daha ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ direniş şehitleri şahsında 21 yıldır komploya karşı yürütülen büyük mücadelenin kahraman şehitlerini saygı ve minnetle anıyor, direnişin mimarı Önder Apo’yu ve 22 yıldır komploya karşı direnen herkesi selamlıyorum.