Sömürgeci hükümet yetkilileri ve malum basın-yayın çevreleri bu görüşmenin tek amacının, Kürdistan...
Daha önce, sömürgeci Türk devletinin başbakanı İmralı ile görüşüldüğünü aktardı. Sonra Türk basınında AKP hükümetinin veya MİT’in özenle bazı gazetecileri seçerek Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmeler hakkında bilgi aktardı. Bu belli bir tartışma ve hava yarattı. Daha sonra henüz Ahmet Türk-Ayla Akat İmralı’ya gitmeden önce Eyüp Can BDP cephesinden kimin İmralı’ya gideceğini haber verdi. Ardından söylendiği gibi beklenen görüşme gerçekleşti. Görüşmenin içeriği açıklanmamakla birlikte, bazı izlenimler aktarıldı. Böylelikle konu hakkında tüm gazeteler, televizyonlar konuyu yoğunca tartışmaya açtılar. Bu tartışma halen de devam etmektedir.
Sömürgeci hükümet yetkilileri ve malum basın-yayın çevreleri bu görüşmenin tek amacının, Kürdistan Özgürlük hareketine silah bıraktırmak olduğunu açıklarken, sömürgeci sistemin kurucu partisi CHP de desteğini açıkladı. MHP, her zamanki noktasında durmayı sürdürdü. Birkaç gazete dışında, hemen hemen hepsi AKP ağzıyla konuşmaya başladılar. Görüşmeler eğer silah bıraktıracaksa, bunun arkasında duracaklarını açıklamada gecikmediler. Belli ki, bir milli mutabakata ulaşılmış, söz birliği edilmiş.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat KARAYILAN ve KCK yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan da konu hakkında görüşlerini kamuoyuyla paylaştılar. BDP eşbaşkanları da görüşlerini dile getirdiler. KCK yetkilileri, Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeleri olumlu bulmakla birlikte, silah bırakma gibi bir durumun olmadığını, böyle bir gündemlerinin olmadığını, yapılan görüşmelerin içeriğinin açıklanmasını, kendilerinin de görüşmesi gerektiğini, öncelikle hükümet tarafının adım atması gerektiğini, FARC ve Kolombiya örneği verilerek, bundan sonra yürütülecek görüşmelerin tam bir açıklıkla yapılmasını belirtmiştir.
Ortada atılmış somut bir adım yokken, sadece yapılan görüşmeden ve sömürgeci Türk başbakanının kimi açıklamalarından hareketle, bazı Kürt siyasileri görüşmeyi fazla abarttıkları, heyecanlandıkları görülmektedir.
Nasıl oldu da, kısa bir zaman öncesinde sömürgeci AKP devletinin başbakanı, Kürt halk Önderinin idam edilmesinden söz ederken, bugün görüşmelerin sürdüğünü, süreceğini açıklamakta, hatta Oslo benzeri sürecin olabileceğini belirtmektedir? Aydın Doğan nasıl oldu da barış dilinin savunucusu kesildi?
Öncelikle son bir yılda olup bitenleri hatırlamadan, bugüne nasıl geldiğimizi ve bundan sonra sürecin nasıl ilerleyeceğini de öngöremeyiz.
Hatırlanırsa geçen yıl bu zamanlar, “ bu kış PKK’nin son kışı olacak” deniliyordu. Sri Lanka devletinin Tamil gerillalarını nasıl ezdiklerini, Türk devletinin de PKK gerillalarını ezecekleri belirtiliyordu. Bu konuda AKP hükümeti tam bir kararlılık içindeydi. Malum basın, liberaller, partiler herkes biraz buna ikna olmuştu. Kış fırsat bilinerek, Aralık ayında yoğun operasyonlar yapılmış, ocakta ta devam etmişti. Kürdistan özgürlük gerillaları operasyonlar karşısında kahramanca direnerek şehadete ulaşmışlardı. Medya Savunma alanları ise, hemen hemen her gün uçaklarla, obüs topları tanklarla bombardıman ediliyordu. Bir taraftan da, yoğun siyasi soykırım operasyonları yapılıyordu. Hem gerillaya yönelik hem siyasi alana yönelik soykırım operasyonlarının sonuçları başta T. Erdoğan olmak üzere tüm hükümeti iyice umutlandırmıştı. Adeta kendilerinden geçmiş bir vaziyette, Kürtlerin kanını dökmeye, esaret altına almaya ve baskı geliştirmeye yöneldikçe yöneliyorlardı.
Operasyonların yanı sıra yoğun bir psikolojik savaş yürütülmekteydi. İmralı ile ilişkileri kesilen PKK’nin bölünüp-parçalanacağı beklentisi yaratılmıştı. Her gün PKK içinden sanal-hayali gruplar yaratıyorlar, çatıştırıyorlar, ölüler, yaralananlar… Bu durumda Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ise etkisizleştirileceği hesaplanıyordu.
Kamuoyu, adeta PKK yetkililerinin ne zaman ortaya beyaz bayrakla çıkıp teslim açıklamalarını yapacaklarını bekler durumu getirilmişti.
AKP hükümeti Kürdistan Özgürlük hareketine yönelik böyle bir beklenti içindeyken, bir de Ortadoğu’daki gelişmeleri kendi kontrolünde erkenden sonuçlanacağı hesaplanıyordu. Suriye’de erkenden sonuç alınacak Beşar Esad diktatörlüğü devrilecek, TC’nin kontrolündeki Müslüman kardeşler iktidara oturacak, Batı Kürdistan’daki direniş ezilecek, böylelikle PKK’nin temel cephelerinden birisi çökertilecekti. Bunun için Barzani yönetimiyle stratejik düzeyde bir işbirliği yaptığı çok açık. Hatta böylesine darbelenmiş bir PKK’ye KDP’nin saldırtılması bile hesaplar içindeydi.
AKP’nin planları, hesapları tuttu mu?
Kürdistan Özgürlük hareketi tüm hesapları bozacak bir süreç başlattı. Sürecin adı devrimci halk savaşı. İki ayağı vardı bu sürecin. Gerilla ve halk direnişi. Öncelikle 25 Mayıs’ta Eriş ve Andok isimli iki HPG gerillası Kayseri-Pınarbaşında fedai eylemi gerçekleştirdi. Ardından Oramar ve Şıtazın eylemleri, sonra Şemzinan eylemleri… Sonra Kuzey Kürdistan’ı boydan boya saran eylemlilikler. Gerilla eylemliliklerinin alan tutma taktiği, sömürgeci orduya önemli darbeler indirdi. Özel ordu dağılma noktasına getirildi. Askeri olarak Sri Lanka modeline tam bir çöküntü yaşattı. Kürdistan özgürlük gerillası yenilmezliğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Tam bir psikolojik savaş eşliğinde siyasi soykırım operasyonları sonucunda on bine yakın welatparez esaret altına alınmasına rağmen, Kürdistan halkı, Kürdistan halk önderinin esaret altına alınmasının yıldönümünden başlayarak, Newroz ve sonrasında Kürdistan halkı önemli bir direniş sergilemiştir. Kürt ulusu, teslim olmayacağını, Öndeliğiyle, gerillasıyla sonuna kadar direnişini sürdüreceğini ortaya koymuştur. Özellikle sindirmek-korkutmak amacıyla esaret altına alınan Kürtlerin, başlattığı zindan direnişi ve halkın da güçlü destekleyip sahiplenmesi yıla damgasını vuran bir halk direnişi olmuştur. Bu direnişi, Türk demokrat ve aydınları da kitlesel olarak desteklemiştir.
Açlık grevleri kritik bir aşamada iken, herkes yönünü İmralı’ya dönmüştür. Açlık grevlerini bitirse bitirse İmralı’nın bitireceği gerçeği, hemen hemen herkesin ortak görüşüydü. Kürdistan halk Önderi ise bu önemli süreçte, tarihi bir rol oynadı. Açlık grevlerini tek bir cümle ile bitirmiş oldu. Bu durum Kürdistan halk Önderinin tarihi çözümleyici rolünü tüm dünyanın gözleri önüne sermiş oldu.
Sömürgeci TC devletinin bölge hesapları da tutmamıştır. Suriye rejimi yıkılmamış, Müslüman kardeşler iktidar olamamış. AKP sömürgeciliğinin hesaplarının tersine Batı Kürdistan’ da Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın savunduğu toplum projesi adım adım pratikleşiyor. Tayyip Erdoğan’ın sevgili dostu M. Barzani’nin payına ise, Türk devletinin yapamadığını yapmak amacıyla Batı Kürdistan’daki Kürt devrimini boğmak için ekonomik ambargo uygulamak düştü!
Tüm bunlar şunu açıkça ortaya koymaktadır: Kürdistan halkı ve özgürlük hareketi karşısında kaybeden Tayyip Erdoğan ve sevgili dostu M. Barzani’dir.
İşte tüm bu gerçek olaylar zinciri sömürgeci AKP devletini Kürdistan halk Önderiyle görüşmek zorunda bırakmıştır. Burada Kürdistan halkında ortaya çıkan ulusal-toplumsal bilincin giderek kopuş yönünde gelişiyor olmasını ve bölgenin yeniden yapılanma sürecinde Kürt ulusunun önemli bir aktör olarak ortaya çıkmasının yarattığı konjoktürel durumu da eklemek gerekir.
Bu görüşmeye yönelmenin diğer bir nedeni ve hesabı da, önümüzdeki yılın bir seçimler yılı olmasıdır. AKP hükümeti bir kez daha 2006 yılı yaklaşımıyla 2007 genel seçimlerine ve 2009 yerel seçimlerine, 2010 yaklaşımlarıyla da 2011 genel seçimlerini kazandığı gibi, önümüzdeki yerel yönetimler ve Cumhurbaşkanı seçimlerini kazanmak istemektedir.
Tüm bu gelişmelerden hareketle sömürgeci AKP devleti Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Özgürlük hareketiyle görüşmek zorunda kalmıştır. Ancak kelimenin gerçek anlamıyla köklü Kürt ulusal sorununu çözer mi? Böyle bir zihniyetleri ve niyetleri var mı? Varsa bunun ipuçları var mı?
Bunun için başta sömürgeci sistemin cumhurbaşkanı, başbakanı ve diğer yetkililer ile yandaş basının sözlerine bakmakta yarar vardır. Sözler önemlidir. Hepsinin ortak dili-söylemi: PKK ye silah bıraktırmak, terör belasından kurtulmak! PKK’nin silah bırakıp yurtdışına çekilmesi! Başat, öne çıkan esas ifade budur! Kürt diliyle eğitim yapmanın mümkün olmadığını bizzat başbakan dile getirmektedir.
Kürt halk Önderinin yaşam koşullarını düzeltmeyi, bir televizyon vermekle sınırlandırdıkları anlaşılmaktadır.
Hala Kürt ulusunun ve anavatanları Kürdistan’ın açıktan kabulüne ilişkin tek bir sözcük dahi sarf edilmiş değildir.
En önemlisi ise 31 Aralık günü, yani yılbaşı günü Amed’de, daha önceden keşfettikleri bir gerilla birliğine saldırılması ve içlerinde HPG askeri konsey üyesi Numan yoldaşın da bulunduğu on yoldaşın haince katledilmesidir. İkinci Roboski katliamıdır. Bu katliam planlanırken, Türk devleti, Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’la belirtilen tartışmalar zaten yürütülmüştü ve hatta Ahmet Türk ve Ayla Akat’ın İmralı’ya gideceği kesinleşmişti. Bunu radikal gazetesini izleyen herkes iyi bilir. BDP’lilerin dışında tek bir Allahın kulu, gazetecisi bu provokasyondur, bu süreci sabote eder, niye bu operasyon yapıldı, demedi. Demek ki, kürdü katletmek meşrudur. Ancak aynı kesimler, gerillanın çok haklı olarak bu katliamın misillemesini yapması karşısında ise, kıyameti kopardılar.
Hala her ağızlarını açtıklarında terör örgütü, terörist başı vb. söylemler devam etmektedir. İşte son olarak Abdullah Gül, bir tarafta ağzına geleni söylerken, öte yandan da herkesin dikkatli olması gerektiğini belirtmektedir.
Zaten sömürgeci Türk devletinin başbakanı, hem müzakere, hem de gerillaya karşı operasyonlarını aksatmadan yürüteceğini açıktan deklare etmiştir. Paris’te içlerinde Sakine Cansız yoldaşın da bulunduğu üç yiğit öncü Kürt kadının alçakça katledilmesi böyle bir zihniyetin sonucudur. Öncelikle tüm Kürdistan ve dünya kadınlarının ve halkının başı sağ olsun diyoruz. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Bu alçakça işlenmiş katliamın arkasında faşist soykırımcı Türk devleti bulunmaktadır. Çünkü Tayyip Erdoğan açıktan söylemişti. Nereye giderlerse gitsinler, inlerinde olsa bile vuracağız dememiş miydi? Sakine Cansız ve diğer Kürt öncü kadınlarının katledilmesi, tüm Kürt kadınları ve Kürdistan halkı için mücadele ve intikam yemini olacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Paris hükümeti de son birkaç yıldan bu yana Kürt welatparezlerine yönelik operasyonlar düzenleniyordu. Fransa’nın istihbaratı, polisi, savcısı adım adım bu insanları izliyordu. Aynı şeyi Türk istihbaratının, Hakan Fidan’ın adamlarının yaptığını bilmeyen mi var. Her iki istihbarat örgütünün Kürt welatparez’lerinin tüm faaliyetlerini karşılıklı bilgi paylaşımı çerçevesinde değerlendirdikleri sır değildir. Yine gözaltına alınan Kürt welatparez ve PKK sempatizanlarının sorgularına Türk polis ve istihbaratının katıldığı bir gerçektir. Her iki devlet PKK karşısında bu kadar birlik halinde hareket ettikleri açıkça ortada iken başka yerde katil aramaya gerek yoktur.
Aslında Tayyip Erdoğan, Hüseyin Çelik ve Cemil Çiçek başta olmak üzere konu hakkında açıklama yapan tüm sömürgeci sistemin yetkilileri, öncelikle “olayın oluş biçimi, PKK içi bir hesaplaşmadır. ” dediler. Vurguyu bu yönde yaptılar. Hemen hemen tüm Türk medyası da- bazı istisnalar dışında- olayı böyle açıkladılar. Olayın açıklanmasından sonra ilk elden bu yönde değerlendirmelerin yapılması, katilleri gizlemek, araştırmayı saptırmak, yönlendirmek için yapıldığı çok açıktır. Öte yandan Kürtleri ve kamuoyunu aldatmakla görevli Bülent Arınç ise, katliam karşısında üzüntülerini dile getirmeye ve Amed de bazı Kürtlerle “kucaklaşmaya” devam etmektedir.
Sömürgeci Türk devlet yetkililerinin ve malum medya kuruluşlarının sürekli bir biçimde,” PKK çok başlıdır” söylemi ve olayla ilgili olarak başbakan T.Erdoğan “ bilindiği gibi PKK’ de birçok fraksiyon vardır. Kapı şifrelidir. Kapıyı kendileri açmış ” söylemi önemlidir. Oysa bu şifreli kapıların hiçbir öneminin olmadığını herkes gayet iyi bilmektedir. Ama ısrarla bu her iki şeye vurgu yapılmasının maksatlı olduğu çok açıktır.
Oysa herkes PKK’nin birliğinin her zamankinden daha fazla güçlü olduğunu gayet iyi bilmektedir. Ancak buna rağmen, sürekli bir biçimde ve katliamla birlikte yine PKK’nin parçalı olduğuna vurgu yapmaları ve katliamı PKK’ye yıkma çabaları, aslında dikkatleri kendi üzerinden uzaklaştırma amacından başka bir anlam ifade etmemektedir.
Ancak sömürgeci katiller ve işbirlikçileri katliamı gizleyemeyeceklerini iyi bilmelidirler. Çünkü Kürtler bu katliamı gerçekleştirenlerin peşini bırakmayacaklardır.
Müzakere ile bir sorunu çözmek en doğru yoldur. Bu konuda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve Kürt Özgürlük Hareketi sonuna kadar samimidir. Ancak karşı taraf yani sömürgeci Türk devlet tarafı çözüm için hiçte samimi ve içten değildir.
Tayyip Erdoğan, “eğer PKK silahlarını bırakıp yurt dışına çekilirse, operasyon yapmayız” diyor. Ne önemli bir açıklama, ne çözümleyici bir yaklaşım ama! Sömürgeci kibrin bu kadarı da fazladır! Kendilerini ne sanıyorlar, Kürdistan özgürlük savaşçılarını ne sanıyorlar? M. Ali Birand diye bir yalaka gazeteci de, bu sözü çok çok önemli gördüğünü ballandıra ballandıra anlatıyor. Oysa bu açıklama özgürlük gerillasına, Kürt ulusuna Teslim ol çağrısından başka anlam taşımıyor. Çözüm ve samimiyetten uzaklık ancak bu kadar dışa vurulur.
Eğer iki silahlı güç bulunursa, bu çatışmaya yol açar deniliyorsa ve bunda samimiyet varsa, öncelikle işgalci olan Türk silahlı kuvvetlerinin çekilmesi, en azından ilk adımda bazı birliklerin çekilmesi daha uygun değil mi? Geçmişte bedeli ağır bir çekilmeyi yapan Kürdistan özgürlük gerillasından bunu beklemek ve şart olarak ileri sürmek samimiyetsizliğin en açık ifadesidir. Tayyip Erdoğan Efendi, burası Kürdistan’dır, Kürdistan özgürlük gerillası neden ve nereden çekilecekmiş? Çekilmesi gereken bir güç varsa senin katil sürüsü ordun ve polisindir, valilerindir, yeşil Ergenekon yapılanmandır.
Zaten yapacağın kadar siyasi soykırım operasyonu yapıyorsun, gerillaya karşı da imha operasyonları da yapıyorsun. Daha ne yapacaksın ki. Elinden geleni ardına koyma! BÊ MİNÊTTİ!
Ama unutma ki, senden öncelikler de böyle yaptılar ama sonlarını da biliyorsun.
Öyle anlaşılıyor ki, sömürgeci AKP devleti, hem görüşürüm, hem tutuklarım, hem öldürürüm, diyor! Sadece demiyor, uyguluyor da. İşte Lice, işte Paris ve işte soykırım operasyonları! Kürt ulusu da, Kürdistan halk Önderinin yürüttüğü görüşmelerin arkasında yekvücut durarak, hiçbir boş hayale kapılmadan, beklentiye girmeden, gevşemeden, oyalanmadan birliğini, direnişini, örgütlülüğünü ve serhıldanlarını geliştirerek sürece cevap verme göreviyle karşı karşıyadır.
Unutmayalım ki, çözüm de, barışta ancak birlik, örgütlülük ve direnişle sağlanabilir! Birliği, örgütlülüğü ve direnişi olmayanın çözümü de, özgürlüğü ve barışı da olamaz!
Başta Kürdistanlı kadınlar olmak üzere tüm halkımızı ve dostlarını tam bir serhıldan ruhuyla ve Sara yoldaşın o hiç bitmeyen mücadeleci kişiliği, özgürlük ısrarı ve inadıyla her üç yiğit, öncü Kürdistanlı Kadının cenazelerini karşılamaya ve sömürgeci Türk devletini lanetlemeye çağırıyorum.
HERDEM SERHILDAN
selamler saygılar
12 ocak 2013