Kültür & Sanat

Yaşamın Gizli Dili; Müzik

Daha sonra insanlık çıkarttıkları sesleri söz haline getirme evresine geçmiş ve konuşmayı öğrenmiş....

Gerilla Dorşin

Günümüzün çok gerisindeki yüzyıllarda, insanlık yaşama dair olan her şeyin yeni keşiflerindeyken, birbirleriyle kelimelerle değil, gırtlaklarından çıkardıkları garip sesler ve hareketlerle anlaşırlarmış. Tüm ihtiyaçlarını, duygularını, üzüntülerini ve sevinçlerini, acılarını, öfkelerini ve kavgalarını dahi bu dille yaparlarmış. Daha sonralarda bu hareketler müziğin temposuna dönüşmüş ve dans halini almış, bu danslar onların ortak dili haline gelmiş.

Yaşadıkları, yapmak ve anlatmak istedikleri her şeyi danslarla  anlatmaya başlamışlar. Savaş dansı, barış dansı, ölüm dansı gibi. İlkel toplumlarda toplumsal birlik sağlamanın en etkili yolu bu danslarla olmuş. Önceleri ayrı yaşayan topluluklar kendi dışlarındaki kabileleri yabancı olarak görmüşler, bu nedenle  farklı topluluklara karşı savaşmayı, öldürmeyi en doğal şey olarak algılamışlar. Fakat diğerlerinin de kendilerinden farklı olmadığını görüp, aynı türün evlatları olduklarını fark ettikçe ölümün ve öldürmenin önüne geçebilmek için farklı yöntemler geliştirmişler. Spor, müzik ve dans bunlardan bazılarıymış. Örneğin, bugün dünyaca ünlü olimpiyat oyunları, futbol, Afrika dansları vb’nin ilk çıkışı bu gerçekliğe dayanmakta.

Kavgalı olan iki taraf birbiriyle barışmak için bu danslara başvurmuşlar, danslı törenler yapmışlar. Bu barış törenlerinde kavgalı taraflar iki guruba ayrılırmış, bir taraf diğerine saldırma isteği uyandıran hareketler yaparak, bağırarak göz dağı vermeye çalışır, karşı tarafla kavgaya başlarmış. Saldırıya uğrayan taraf bu hareketlere hiç cevap vermeden, hiç bir kaçınma hareketi sergilemeden oldukları yerde dans edermiş. Bir taraf diğer tarafın üzerine giderek öfkesini anlatırken, diğer taraf bu olup bitenlere boyun eğer, karşı tarafın haklı öfkeleri karşısında alçak gönüllü bir yaklaşım sergiler, çaresiz olduklarını gösterir, suçlarının cezasını çektiklerini ifade ederlermiş. Böylece öfkeler yatışır, küskünlük ve öfkenin yerini barış alırmış.

Daha sonra insanlık çıkarttıkları sesleri söz haline getirme evresine geçmiş ve konuşmayı öğrenmiş. Yaptıkları danslara artık sözler eklenmiş, duygularını sözlerle ifade etmişler. Birisi kızdığında karşısındakini “kafa şişirme” yarışması denilen yarışmaya çağırırmış, bunun üzerine tüm klan bayramlık kıyafetlerini giyerek toplanır, şölen düzenlermiş. İki yarışmacı sırayla birbirine davullar eşliğinde kavga içerikli türküler söylerlermiş. Suçlamaların iyi ve doğru olması önem taşımaz, önemli olan söylenen sözlerin büyüklüğü olurmuş. Söz söylenen taraf tüm bu sözleri sabırla dinlemek ve alaylı gülüşmelere katlanmak zorunda kalırmış. Bu çatışmalar sonrası taraflar barışarak kavgalarını sona erdirir, dostluklarına devam edermiş.

Müzik artık kelimelerle ifadelendirilmese de bir topluluğun bir halkın dili haline gelmiştir. Tüm istemler müziğin dilinde bir ifadeye kavuşmuştur. Yazılı bir sözleşme halinde olmasa da, sözlü sözleşmenin imzası müzik olmuştur. Savaşı ve şiddeti müzik ile reddetmişler,  bunu da müziğin yasası ile gerçekleştirmişlerdir. Bu sözleşmenin resmi bir dili ve sınırları hiçbir zaman olmamıştır. Ezilen her halk kendi isyanının rengini vermiştir müziğe. İşte bunun içindir ki müziğin dili yoktur ve müzik evrenseldir.

O yıllar çok gerilerde kaldı, o zamandan günümüze kadar uzun yıllar geçti. Zaman ve mekan değişti. Her şey gibi müzik alanında da bir çok değişim ve gelişim yaşandı. Farklı farklı müzik grupları ortaya çıktı ve müzik çeşitleri gelişti. Ama değişmeyen tek bir şey vardı: müziğin tüm insanlığa ait olduğu gerçeği ve tüm duyguların, acıların, umutların isyanların notalarda can bulup yaşama geçmesi. Halkını tanımadığımız bir ülkenin müziği ile o halka görünmez halkalarla bağlanıp onların duygularını paylaştığımız bir köprüdür müziğin dost ezgileri. Müziğin ne dili, ne dini, ne de sınırları vardır. Yaşayan herkes bir notadan yola çıkarak kendisini mutlaka bulduğu bir anı yakalar  müziğin içinde.

 Batıda bir çok grup (Beatles, Led Zepplin, Tanita Tikaram vb..) yaptıkları müzik ile yaşadıkları toplumun sorunlarını dile getirmiş, doğru bulmadıkları yaşama isyan etmiş, başkaldırmış, varolan sistem ve yönetim tarzını müziğin dizelerinde yargılamıştır. Yaptıkları müzik başta kendi halkları ile aralarında bir köprü olmuş, sonra dalga dalga dünya halklarına yayılmıştır. Ezilmişliğin isyanında toplumsallaşma yakalanmıştır. Bu ezginin dizelerinde ezilen halkların isyanları birleşmiş, müzik bütün sınırları yıkmıştır.

Batıda bir çok müzik grubu yaşam karşısındaki retlerini, isyanlarını müzik yolu ile tüm dünyaya duyurmaya çalışmış, kurmak ve yaşamak istedikleri dünyanın resmini kendi ezgilerinde çizmişler ve öfkelerini müziğe dökmüşlerdir. “Barışa bir şans verin” diyerek müziğin evrensel dili ile Şili’de yaşananları anlatmışlar ve tek bir yürekten “Şili’ye özgürlük” demiştir birbirini hiç görmeyen halklar. Herkes notalardan köprüler yaparak tanışmış, acılarını paylaşmışlardır. Savaşsız, kavgasız, insanların teknik ile yok edilmediği, çocukların ağlatılmadığı bir yaşam özlemleri ortak dizelerde insanlığa taşırılmıştır.

Tüm insanlığın doğru olduğuna inanmadığı, kabul etmediği şeylerin karşısında birleştiği bir dil oldu müzik. Yaşamın gizli dili.

Müzik insanların bulunduğu ortam ve yaşamda hissettiklerinin, gördüklerinin bir ifadesi haline gelmiştir. Bir toplumun yaşam şeklinin bir yansıması olup, sahip olduğu kültürün notalarda açığa çıkmasıdır.

Birçok olguda olduğu gibi müzikte de toplumsallaşma olgusu Doğu’da filizlenirken, Batı’da ürünlerini vererek insanların onun aracılığıyla bir araya geldiği, seslerini, isyanlarını haykırdığı bir dil olmuştur.

Ortadoğu halkları da tarihten bugüne yaşadıklarını müziğe en güçlü aktaran halk gerçekliğine sahiptir. Onun içindir ki, Ortadoğu müziği tüm yaşanmışlıkları gibi acı, gözyaşı, ayrılık, baskı ve bu baskıya başkaldırı doludur, isyan yüklüdür. Ortadoğu halklarında hayaller, özlemler, arayışlar ve sevda vardır. Ve bir de yaşayamamanın, arayışları bulamamanın, insanlığa yangınlığın hasreti… Bunun içindir ki, hep yanıktır Ortadoğu’nun ezgileri. “Ortadoğu özellikle son bin yıldır ölüm sessizliğine ağlamaktadır. Ezanlar, türküler, şarkılar, sazlar hüzün dolu ve ölüme çağrılıdır”  diye tanımlıyor Parti Önderliğimiz Ortadoğu’yu. Beş bin yıl tüm uygarlıklara beşik olan, analık yapan Ortadoğu şu an bulunduğu konumun ve bir köşeye atılmışlığın öfkesini veriyor ezgilerine. Adule ve Zînlerin yaşayamadıkları sevdalarının hesabını soruyor. Belki hep acılarını dillendirdi Ortadoğu türkülerinde, ama şimdi büyük bir uyanış içerisinde. Artık ağıtlar değil, umut yüklü ezgiler yükseliyor bu topraklardan ve nasıl ki müzik ve dans “barış”ın dili olarak ilk kez Ortadoğu’da doğmuşsa, şimdi de barışın, kardeşliğin ve birliktenliğin çağrısına dönüşüyor.