Newroz da Ortadoğu halklarının tarihinde bir milat başlangıcıdır. Med topluluklarının köleci Asur'a karşı büyük kurtuluş hareketinin zafer günüdür...

“Mazlum yoldaş, ideolojimizi iyi bilen bir arkadaşımızdı. Partimizi ruhundan tanıyan ve öyle kalmaya büyük özen gösteren, gerçekten görkemli bir kişilik. Bu anlamda bu kişilik tam bir PKK oluyor. PKK'nin yaşam sözü, onun zirvesi oluyor.” Rêber APO

…………….

Bir adam çoğalır bir başına hücresinde
Yüreği Kawa'dadır gözleri Babek'te
Ateşler yanarken dağ doruklarında
İhanet zindan karanlığında kol gezmekte
Kawa'lara Babek'lere bir yandaş gerek
Bu zindan karanlığına bir ateş gerek
Çevrilen ihanet çarkını kırmak için
Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek

Bir anda yırtılır zindan karanlıkları
Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar
Patlar bir beyinde Newroz ışıkları

Ey ateşin ve güneşin çocukları
Hani bilincin sesi yüreklerimizde
Gözlerimizde inancın sancakları nerede
Bu gidişe dur demek gerekir bilirim
Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim
Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde
O ateş sönerse yaşamayı

neylerim
Bu yüzden ü'ç kibrit ile Newroz günü
Yüreğimi sizlere armağan eylerim….

                 Adnan Yücel

 

 

Mazlum Doğan (1955-1982)

Milatlar, tarih başlangıcını ifade eder. Her milat halkların, insanlığın bir doğuşu, bir var oluşu gibi yaşamın toprağına kök salar. Çoğu ise kahramanların, büyük önderlerin yaşamlarını ortaya koyarak, çarmıhlardan, idam sehpalarından ve yangınlardan geçerek yarattığı değerler üzerine gelişir. Ve bu tarihi başlangıçlar insanlığın ortak değerleri gibi aynı iklimi bütün yüreklerde yaşatırlar.

Newroz da Ortadoğu halklarının tarihinde bir milat başlangıcıdır. Med topluluklarının köleci Asur'a karşı büyük kurtuluş hareketinin zafer günüdür. Asur köleci imparatorluğuna karşı Med toplulukları öncülüğünde başlayan ve bölgesel bir nitelik kazanan kurtuluş hareketidir. Ama Ortadoğu öyle fırtınalara, öyle egemen güçlerin gazaplarına uğradı ki, yeniden bir tarih başlangıcı şafak gibi doğuşu bekliyordu gün batımında…

İşte Mazlum 21 Mart 1982’de bu miladı üç kibrit çöpüyle yaktığı özgürlük ateşinde müjdelemişti. Kimdi bu yiğit halk kahramanı? Nasıl olurdu da yüreğini bu kadar büyütebilmişti? Tarihin gerçek kahramanlarını yazmak belki de en zor iş olsa gerek. Gerçek olana dair söylenmesi gereken bütün sözler hak etmeyenlere sarf edilmiş ve bu yüzden gerçek kahramanları anlatmaya yalnızca yürekler kalmıştır.

1955 yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde doğan Mazlum Doğan’ın onurlu bir halk uğruna adadığı yaşamı bir halkın acılarının, uğradığı zulmün ve bir de dirilişinin tarihi oluyor.

Balıkesir’de Yüksek Öğretmenlik okulunu bitirdikten sonra 1974 yılında Ankara Hacettepe Üniversitesi Ekonomi bölümüne yazılmıştı. Özgürlük ve bağımsızlık bilincinin gelişmeye başladığı bir dönemde okul çevresi ile yaptığı tartışmalar ve diyaloglarla Kürt özgürlük hareketinin kuruluşunda yer alan diğer arkadaşlarla tanışmıştı. Şahin Dönmez’le aynı sınıfta okuyan Mazlum Doğan yıllar sonra PKK ana davasından tutuklanarak Diyarbakır zindanına konulduktan sonra bir kez daha onunla karşılaşır. Ancak bu karşılaşma biraz daha farklı bir şekilde gelişir. Zira her birinin ayrı bir kampı temsil ettiği bir karşılaşma oluyor. Çünkü Mazlum Doğan 1979 yılında Urfa’nın çıkışında bir arabada yakalanarak Amed zindanına götürüldükten sora, bir yıla kadar yani Şahin Dönmez yakalanıp Amed zindanına getirilene kadar kimliğini açıklamıyor. Onunla zindanda yatan yoldaşlarının bazıları tarafından tanınmadığı için adı Ali abi olarak bilinir. Şahin Dönmez tutuklanarak Amed zindanına getirildikten sonra düşmana; “işte bu PKK’nin en önde gelen kadrolarından Mazlum Doğan denilendir.” diyerek Mazlum yoldaşın gerçek kimliğini açıklar.

Bu yiğit halk kahramanını kendi sözlerinden anlatmak belki de en sade ve en gerçekçi olanı olacaktır.

Özgürlük mücadelesiyle ilk tanışmasını 18.6.1981 tarihinde mahkemeye siyasi savunma yaparken anlatan Mazlum Doğan yoldaş şöyle anlatıyor;

“1974-75 senesinde ben üniversite sına­vında Hacettepe'yi tutturmuştum puan olarak. Hacettepe'ye kaydımı yaptırdım. Daha Önce de ben sol eğilimliydim, çeşitli sol yayınlar, gazeteler, dergiler, kitaplara kadar okuyordum. Marksizm’e, Leninizm’e sempati duyuyordum. Yüksekokula gel­dikten sonra o sıralar başlangıçta ADYÖD vardı. Bir iki defa ADYÖD'e, bir iki sefer DGB'ye ve TSİP'e gittim; ama orada pek fazla kişiyle tanışmadım, tanımıyordum. Daha sonra ADYÖD kapatıldı. Bu arada Hacettepe Derneği v.b derneklere gidip gelmeye başladım. Buralarda devlet ko­nusunda, demokrasi konusunda, faşizm konusunda, parti örgütlenmesi konusun­da, mücadele konusunda çeşitli kişilerle konuşur, tartışırdım.

"TKİP davasında işçi köylü so­runu" diye broşürler falan vardı. Başkalarını milli mesele hakkında fikir­leri olmamakla, ulusların kaderini tayin konusunda bilgi sahibi olmamakla suçlu­yorlardı. Ben onu okudum. Ben ne kadar kitap, ne kadar dergi, gazete falan çıkıyorsa hepsini alıp okumak istiyordum. Bir kısmını okuyabildim, bir kısmını okuyamadım. Bu ayrı bir sorun; ama hepsini sıralıyordum… Kendi araştırma, incelemelerimde.

 Za­ten kendim Türkiye'nin başka illerinde okumuştum. Daha önce Eskişehir'de, Ba­lıkesir'de falan okumuştum. Ben devrimci sempatizan olduğum sıralar, devlet konu­sunda, demokrasi konusunda bulduğum her türlü kitabı milli mesele konusu dahil okuyordum. Marksizm’in-Leninizm’in bü­tün temel konularla ilgili görüşlerini kav­ramaya çalışıyordum. Ben milli mesele konusunda kitap araştırmaya, bulduklarımı okumaya başladım. O dönemlerde henüz "Ulusların Kaderini Tayin Hakkı" -Lenin'indir bu eser-, Stalin’in, Marks'ın milli mesele vs. gibi eserleri piyasaya çıkmamıştı. Başkalarından araştırdık, aradık, taradık. Bulamadım ben pek, fakat diğer çeşitli siyasi grupların veya dergile­rin, çevrelerin bu konudaki görüşlerini de öğrenmeye çalıştım. Bulduğum kitapları okumaya çalıştım. 1976 yılına doğru artık milli mesele hakkında ben de birkaç kitap okumuş, bazı şeyler biliyordum: ama elbette daha son­raki kadar gelişmiş, net, kesin görüşlerim henüz yoktu…

Ben DDKD kuruluş toplantısı ya­pıldığı zaman DDKD'ye gittim. DDKD'yi ve DDKD'lileri sevmezdim. DDKD ve DDKD'lileri burjuva milliyetçisi olarak görüyordum ve kesinlikle daha baştan beri ben onlara karşıydım. Oraya gittim. Oradaki konuşmaları falan beğenme­dim. Ben kendimi enternasyonalist çizgi­de bir Marksist ve Leninist görüyor veya öyle olmaya çalışıyordum. Onları da mil­liyetçi olarak görüyordum, bu nedenle kendilerine pek bir yakınlık duymuyor, onlarla pek fazla konuşmuyordum bile. Çünkü kendilerinin zaten Marksizm hak­kında pek görüşleri yoktu.

Bir ara başka bir arkadaş beni Haki ile tanıştırdı. SBF yurdu muydu yahut Hukuk bahçesi miydi iyi hatırlayamıyorum. Haki bana milli mesele hakkındaki görüşlerini de dahil çeşitli konularda görüşlerini söy­ledi. Bu arada DDKD'yi de benden daha sert, daha kıyasıya eleştirdi ve burjuva milliyetçisi olduklarını, çalışma yöntem­lerini, anlayışlarını, ideolojilerini eleştirdi, bu benim hoşuma gitti. Daha sonraki dönemlerde de yine bu kişiyi bulmak, onunla konuşmak istedim; ama sık sık kendi­siyle karşılaşamadım, konuşamadım. Ama kendisine karşı bir hayranlığım söz konusu idi ve giderek bu hayranlık, onlar­la beraber hareket etmeye, ideolojilerini benimsemeye kadar gitti. Yalnız, kişinin kendisine hayranlıktan çok, anlattığı dü­şünceler benim de düşüncelerime denk, uygun geliyordu. Ben bu kişilerin bir grup mu, bir hareket mi veya şey mi olduğunu bilmiyordum; ancak kendileri tarafından tasvip edilmek, kendileri tara­fından görevlendirilmek falan istiyordum, bayağı da heyecanlı idim bu konuda. İşte memlekete geldiğimde, kardeşim de da­hil, pek çok kişiye, o arkadaştan, Haki'den ve yine Haki'nin arkadaşlarından -daha sonra benim de arkadaşlarım oldu. Cemil, Duran gibi- öğrendiklerimi hemen anlattım, işte Ortadoğu'da bir ekonomik, siyasal ve sosyal huzursuzluk söz konusudur. Ortadoğu, dünyada ekonomik ba­kımdan çok büyük öneme sahiptir. Bugün dünya ekonomisine sahip olabilmek için Ortadoğu petrolüne sahip olmak gerek­mektedir. Çağlar boyunca Ortadoğu hep siyasal bakımdan çok önemli bir merkez olmuştur. Dünyaya hakim olmak isteyen­ler, işte ilk çağdaki emperyalist devletler olsun daha sonraki feodal dönemde olsun hatta kapitalist dönemde olsun Ortado­ğu'ya sahip olmak istemişlerdir. Ortado­ğu bugün kapitalizmle sosyalizm arasın­daki çekişmenin odağını oluşturuyor. Or­tadoğu'da Kürdistan çok stratejik bir yer­de yer alır. Kürdistan'ın jeopolitik önemini iyi kavramak gerekir, işte eğer Ortado­ğu'da emperyalizm kovulmak isteniyorsa, Ortadoğu emperyalist-kapitalist bloktan koparılmak isteniyorsa, mutlaka Ortado­ğu'nun gericiliğin yoğunlaştığı merkez olan Kürdistan'da devrim yapmak gereki­yor. Bu da Kürdistan devrimi, Kürdistan devriminin önderliğini burjuvaziye, bur­juva milliyetçilerine bırakmayacak, proletarya önderliğindeki bir devrimle mümkün ola­bilir. Kürdistan'da bağımsız bir proletar­ya partisi oluşturmak, proletarya önderli­ğinde işçileri, köylüleri, esnafı ve diğer yurtsever sınıf ve tabakaları örgütlemek gerekiyor. İşte bu konuda Kürt aydınlarına, Kürt gençlerine görev düşer. Bize görev düşüyor, biz bu konuda faaliyet yürütelim falan benzeri konularda o dönemde arka­daşlar tarafından savunulan bize de anlatı­lan görüşleri ben de çevreme anlatmaya ça­lıştım. Hatta 1976 yılı Haziran ayı falandı her halde, Suruç'ta bir Suruçlu genç öldürülmüştü, adını hatırlamıyo­rum. Hacettepe'de bizim okulun öğrencisiy­di, bu kişinin cenaze törenine bazı arkadaş­lar gelmiş katılmışlardı Ankara'dan. Hay­ri ve Kemal de bunların içindeydi, bunlar yakalanmışlardı Suruç'ta. Diyarbakır'da cezaevine getirilmişlerdi. Bu arka­daşlarla henüz fazla sıkı ilişkim olmadığı halde Karakoçan'dan çıktım, bunları ziya­rete geldim. Herhalde hatırladığım kada­rıyla, bilmiyorum 1200 mü ne de harçlık verdim. Yani oldukça yakınlık du­yuyordum ve beraber faaliyet yürütmek istiyordum. Daha sonra, diyelim bir genç tanıdıysam, ya da bir insan tanıdıysam herhangi bir bölgeye gitmek, ona hareke­tin görüşlerini anlatmak istiyordum. 1976 sonları mıydı, 1977 başları mıydı kesin hatırlamıyorum, ama o dönemde ben oku­lu bırakmak, artık tümüyle kendimi hare­ketin ideolojisi doğrultusunda faaliyet yü­rütmeye vermek istedim, ona adamak is­tedim. Böyle bir örgütlenme veya bir gö­revlendirme falan söz konusu değildi. Yal­nız bu arkadaşlar henüz kendi görüşlerini kavramadığım için bana pek o sıralar güven duymuyor, bu tür görevler falan vermiyorlardı. Örneğin bir görüş falan konuşulacaksa ideolojik olarak kendileri konuşurlardı, ben de yanlarına oturup din­liyordum. Benim bu isteğim kabul edildi. Ben kendim dedim, işte gideceğim. Yani para falan istemiyordum, zaten yok­tu da, o sıra çok ilginç yöntemlerle biz para buluyorduk. Örneğin ben aileme baş­vuruyor, diyordum ki, birtakım elbise ala­cağım diye dayatıyordum, veriyordu. 1000, 800, 900, 600 lira para; ben onu götürüyordum ya Haki'ye veriyordum, ya Cemil'e veriyordum ya kitap alıyordum. Ya da diye­lim benim Ankara'da ya da İstanbul'da bir yerde tanıdığım bir arkadaşım var, Diyarbakırlıdır, duyuyorum işte ailesin­den falan adresini araştırıyordum, yanına geliyordum; yahu işte sen nesin, ne düşü­nüyorsun, ona hareketin görüşlerini anla­tarak taraftar bulmaya çalışıyorduk. Yani tek tek kişilerle bile uğraşıyorduk. Bir adamı ben bilmem Batman'da tanıyor­sam, onun peşinden gidip mümkünse onu kazanmak, onun vasıtasıyla orada bir çevre edinmek çabası içerisine giriyor­dum. Batman o dönemde olduğu gibi şim­di de büyük bir işçi kentidir. Batman'da geniş bir kitle temeli oluşturabilmek, her siyasi organizasyonu özellikle, ben işçi sını­fını temsil etme iddiasındayım diyenlerin arzusudur, amacıdır. Bir ara benden önce Haki arkadaş Batman'a gelmiş; fakat Kürtçe bilmediği İçin ve Batman'daki bur­juva milliyetçileri tarafından da bu Türk’tür burada ne arıyor, işte bu hem Türk’tür hem Kürtçülük yapıyor biçimindeki suçla­ma ile karşı karşıya kaldığı için Batman’ı terk etmek zorunda kalmıştı. Daha doğru­su Batman'ı terk etmeden önce bana Kürt­çe bilen bir arkadaş falan yok mu yanıma gelsin biçiminde bir arzu belirtmişti. Ben bunu duydum, çırpındım illa Haki'nin ya­nına gideceğim, beni bırakın gideyim falan diye; fakat Haki kendisi Batman'ı terk etti. Ben Haki'ye söyledim işte beni gönder dedim, yalnız o da henüz yeni oldu­ğum, tecrübesiz olduğum için hem ağır olabilecek bir görevin altına, bir sorumlu­luğun altına girip ezilmemden korkuyor, hem de şevkimi, heyecanımı kırmak iste­miyordu, "sen bilirsin" dedi. Ben 1976 son­larına doğruydu valizimi topladım, ailem­den kopardığım parayı da alarak -o zaman pek fazla sayılmazdı her halde 500 lira paraydı- Güney illerine geldim. Duyuyor­dum Ceylanpınar'da ne olacak, İşte fa­şizm konusunda bir seminer verecek, ben arabaya atlıyor Ceylanpınar'a gidiyor­dum. Kahvede oturuyordum, birinin ya­nında yahut TOB-DER'de oturuyor­dum. Bazı kişilerle bireysel ahbaplık, dost­luk kurarak, mümkünse evinde yatmaya çalışıyordum. Ertesi gün seminere katılı­yor, bildiğim görüşleri savunuyordum. Böyle turist gibi geziyordum.1977'ye doğru artık ben Batman'da kalmaya baş­ladım. Sık sık Batman'a gidiyordum, bir hafta kalıyordum, 3 gün kalıyordum, 5 gün kalıyordum.

 

 

DURUŞMA HÂKİMİ:

 Nerede kalı­yordunuz kimde kalıyordunuz?

MAZLUM DOĞAN Ark:

 Bazen dışarıda kaldığım da oldu. Yani yaz aylarına doğru. Nisan ayı­na doğru yatacak ev bulamıyordum, ye­mek de bulamıyordum. Ne yapıyordum; dışarıda yatıyordum. Ama diyelim ben TÖB-DER'e gidip oturuyordum ya da Lis-Der var gidip oturuyordum, akşama doğ­ru oluyor bir genç, bir delikanlı "ağabey bu gece bizim eve gidelim" diyorsa, hiç fır­satı kaçırmıyor, direkt onların evine gidi­yordum. Ertesi gün davetsiz olarak gitti­ğimde oluyordu. Yani zar zor idare ederek kalmaya, propaganda yapmaya çalışıyor­dum. Diyelim ki, bir genç beraber oturu­yoruz, beraber çay, sigara içiyoruz, ben ona hemen herhangi bir konu falan aça­rak hareketin görüşlerini götürmeye, onun tasvibini almaya çalışıyordum…

Kısacası aslında halkın misafirperver­liği söz konusuydu, gençlerin, bu tür davetlerini falan hiç kaçırmıyorduk. Hatta bir kısmı diyelim elbiselerimiz kirli, bu evde kalıyoruz, sabahleyin bize temiz giyecek elbise, gömlek de veriyorlardı, gömleği­mizi falan da değiştiriyorduk. Bu yalnız benim için değil, başka arkadaşlar için de söz konusu. Yani, biz belli oluşmuş bir fon ve­ya bir merkezden veya bir şeyden gelen bir para ile ya da şuyla buyla geçinmiyorduk. Bir köye, bir kasabaya, şuraya, buraya bir yere oturuyorsak bu kimisi hem-şehrilikten olabilir, uzaktan bir tanıdıktan olabilir, bir merhabadan olabilir, biriyle diyelim bir yerden bir yere otobüsle yolculuk edi­yor, kendisini şahsen tanıyorsak veya konuşuyorsak, nereli olduğunu öğreniyor­sak daha sonra peşini bırakmaz gider onu arar bulur, onun vasıtasıyla orada iş yap­maya, bazı kişileri tanımaya, hareketin ideolojisini, görüşlerini götürmeye çalışır­dık. 1978'in sonlarına kadar bu böyle sür­dü