Gençlik

Avrupa Arafındaki Gençliğe

 

 Özgürlük üzerine yürütülen tartışmalarda özgürlüğü geçmişten kopmak, eskiye dair tüm bağları çözüp... 

 

Şiyar Amed

 

Yaşamı değiştirecek soru: “Kimin Aklıyla Düşünüyorum?”

Avrupa’da yaşayan gençlerimiz arasında özgürlük yanılsaması neredeyse bir hastalık halini almış bulunuyor. Arayışlarını, ara sıra siyasi etkinliklere katılmakla, bazen şiddetle, bazen tamamen başıboşlukla ifade edenlerden çete tarzı guruplara katılmaya dek vardıranlar var. Avrupa’nın en iyi okullarında okuyanlar da maalesef dışında değil, hatta bazı yönleriyle daha geri, daha tutucudur.

Özgürlüğü bireyci yaşam, keyfiyet, istediğini yapma şeklinde algılayanlar var. “İçinden geldiği gibi yap!” düsturu Hitler faşizminin dayandığı temel felsefi akımdı. Gençlerimiz bunu ne kadar biliyor?

Ülkede her türlü vahşet, katliam, hakaret uygulanırken bile Avrupa yaşamından kopmamanın temelinde yatan “sahte özgürlük” fikri uyuşturucudan beter bir etki yapıyor.

Bunun nasıl bir özgürlük anlayışı olduğunu sorgulayanlar deyim yerindeyse bin yıllık uykudan uyanmış gibi ilk fırsatta soluğu ülkede alıyor ve gecikmeli de olsa özgürlük hakikatiyle tanışıyor.

Bu gecikmelerin birçok nedeni olsa da Avrupa liberalizmi ve pozitivist düşünüş tarzının aile ve birey üzerindeki etkileri başat olmaktadır. Özellikle de birey ve toplum yorumları yanılsamanın odağına oturuyor. Halk meclislerini ve komünal yaşamı örgütleme önündeki en büyük engel de bundan kaynaklanıyor. Ailede yaşanan soğukluk, ümitsizlik ve tereddüt çocuklara yansıyor. Çocukları koruma adına ülkeden uzak tutanlar bireyciliği teşvik ediyorlar; Avrupa’nın yabancılaştırıcı etkilerini görünce pişman olsalar da çoğu zaman gecikmiş oluyorlar.

Bu sosyo-psikolojik durumun göçmenlikle yakından ilgisi vardır. Fakat düşüncede derinleşen yanılgılar Avrupa sayesinde olmuştur.

Özgür aklın her koşulda en ileri, en üstün akıl olduğu tartışmasızdır. Fakat en özgür aklın toplumsal mı, bireysel mi olduğu tartışmasından bireyi tanrılaştıracak yaklaşımlar çıkarmak Avrupa aydınlanmasının en çelişik yanlarından biri olmuştur.

Birey aklının toplum aklından ileri olduğunu savunan ve buna IQ ölçümleriyle bilimsel kanıt getirmeye çalışan yaklaşımlar bile az değildir. Oysa toplumsallıktan, gelenekten ve geçmişten kopan bir akıl en özgür olduğunu düşündüğü durumda bile hakikat algısında yol açtığı yanlışlardan dolayı egemenlere hizmet etmekten kurtulamaz.

Özgürlük üzerine yürütülen tartışmalarda özgürlüğü geçmişten kopmak, eskiye dair tüm bağları çözüp atmak şeklinde yorumlayanlar vardır. Liberalizmden önce Avrupa’nın “yeniden doğuş” unda bunu görürüz. Karanlık Ortaçağa tepkinin vardığı düzey yeni bir karanlık mı olacaktı yoksa insanlığı aydınlatacak mıydı? Karanlıktan çıkışta aydınlatıcı güç, yol gösterici akıl idi. Her şeye kadir bir akıl! Bir yandan geçmiş ve gelenek akıl yoluyla yeniden inşa edilirken öte yandan aynı akıl geçmiş ve geleneği mahkûm edecektir.

Kaldı ki Rönesans yeniden doğuş demekti ve geçmişe yönelmekle işe başlamıştı. Bir süre sonra geçmişten kopmak fazilet olduysa da 19. YY’ın Endüstriyalizm çılgınlığı karşısında geçmişe yönelme tekrar başat hale gelmişti. Neticede olan, akla ve diyalektiğe olmuş, pozitivizm kazanmıştı. İşte Avrupa’daki gençlerimizin aklını çelen ve ruhunu kuşatan bu akıl ve bundan doğan yaşam tarzıdır. Sömürgeciliğin sürgün politikalarını tamamlayan olgu böylece sonuç almış oluyor.

Hikâyenin özeti, kendi adına düşünemeyenler topluluğunun yaratılmasıdır. Bir insanın ve bir halkın başına gelebilecek en büyük yabancılaşma böyle ortaya çıkmıştır.

Fakat öte yandan yaşanan büyük acılar var, kahramanca direnişler var. Gençlik bunu da görmezden gelmiyor ve iki duygu, iki akıl, iki yaşam tarzı arasında sıkışıp kalıyor. Araf’ta olmak böyle bir şeydir. Acısı ve ıstırabı her şeyden daha çoktur.

Gel-gitleri bol olan bu dünyanın aklıyla özgür olunamaz. Bu akıl maddi uygarlığın aklıdır. Manevi açıdan çoktan iflası yaşamıştır. Üstelik tarihin en soylu mücadelesini yürüten Kürtleri terörist sayan, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi hapseden ve AKP soykırımına onay veren bir akıldır.

Bu ümitsiz, bu ütopyasız, bu vicdansız maddi uygarlığa karşı en özgür duruş, bahar ırmakları gibi coşkuyla ülkeye yönelmektir; hiç tereddüt etmeden mücadele saflarında aktif olarak yerini almaktır. Bu duruş sadece sömürgeciliğe karşı bir tavır değil kapitalizme ve onun liberal ideolojisine karşı en büyük darbe olur.

Yüreğe yazılan her özgürlük harfi, bir destan olur, bir sevda olur, bir ülke olur…

Öze dönüş yolculuğunda, Avrupa’dan ülkeye gelmiş ve Rojava direnişinde de yerini almış olan Varto’lu genç Viyan Mert’e sorduğumda “Avrupa’daki gençlerimiz duygusuz değildir. Aksine büyük duygulara sahiptir. Yeter ki ülkede yaşananların farkına varsınlar, kimse onları tutamaz. Bu nedenle gençlerimiz YPS direnişini örnek almalı ve hiç zaman kaybetmeden saflara katılmalıdır” diyor.

Böylesi süreçlere yüz yılda bir bile rastlanmaz. Bu tarihi direniş sürecinin tam içinde yer alma fırsatını kaçırmayalım.