Kadın

Demografik Saldırılar Karşısındaki Öz Savunma, Xwebûn Olmak ve Demokratik Uluslaşmaktır

İnsan varlığının kendisi bir anlamdır. Bütünlüklü bir anlamdır. Çünkü tanım yapmaya çalıştığımızda...

 

Dilzar Dîlok  

İnsan varlığını tanımlarken çoğu zaman kutsiyet atfedilen sözler dile gelir. İnsanı doğadan, canlıların tümünden üstün gören, tüm varlığı insana hizmetle mükellef gören anlayış olan insan merkezlilik kavramı, özünde insanı-insanlığı merkezine almaktan da ziyade, insan topluluğunu sınıflandıran, egemen insanı merkeze alarak özneleştiren, ezilen insanı da sömürünün merkezine alarak nesneleştiren zihniyetin icatlarındandır. İnsan merkezlilik kavramının sorgulanması, hangi insanın neyin merkezine alındığının ortaya konularak çözümlenmesi ve aşılması sosyal bilimin temel sorumluluklarındandır. İlginçtir ki, Avrupa merkezli gelişen sosyal bilim insan merkezliliği, sınıflılığı, toplumsal parçalanmaları tahlil etmeyi ve aşmayı kendine görev bilmemiştir. Bu konuyu en fazla sorgulayan ve sorgulatma çabasına girenler devrim mücadeleleridir. Devrim mücadeleleri, ezilen sınıfların içinden geliştiğinden kendi nesne olma konumlarını aşma çabasıyla-devrim ideallerinin özdeşleştiği, kiminde toplumlara büyük umutlar veren, kiminde bu umutların yeşerttiği hayalleri gerçeği dönüştüren, kiminde de kendi kapsam alanlarında ortaya çıkan kazanımların istikbalini sağlama amacıyla belli tarihsel darboğazlarla karşılaşan sosyolojik dönüşüm aşamalarıdır. Tabi ki egemenlerin bitip tükenmeyen saldırılarını saymaya gerek yok. Bir de ekoloji eksenli gelişen insan merkezlilikten kurtulma çabaları var. Bu çabalar da, insanın canlılığın kutsallığını bilmesi, kabullenmesi ve kendini bu canlılık karşısında sorumlu görmesi anlamında önem arzetmektedir. Nihayetinde cansız dense de maddelere değer vermeyenin gözünde insanın bir değerinin olması beklenemez.

İnsan varlığının kendisi bir anlamdır. Bütünlüklü bir anlamdır. Çünkü tanım yapmaya çalıştığımızda insanı toplumuyla, yarattıklarıyla, yaşam tarzıyla, kültürüyle, diliyle ve tarihiyle tanımlıyoruz. Bunlarsız insan tanımını düşünmek deliliktir.

Yaşamın güzelliği, anlamı ve önemi, yaşamın insan eliyle, insan aklı ve yüreğiyle inşa edilmesinden kaynağını alır. Yaşama dair her bir anın, her bir eyleyişin insan yüreği ve aklından süzülen insan emeğiyle oluşması gerçeği, insanın kutsallığı tanımının kaynağını oluşturmaktadır. İnsan emeğiyle yapılan ve bugüne kadar gelen ve tarih olmuş olan yapılara verilen önem, o yapıların insan hakikatiyle yapılmış olmasındandır. Aynı şekilde insan emeğiyle binyıllardır ekilip biçilen ve insanın varoluşunu mümkün kılan bir tarlayı önemsememek ise, insan gerçeğine yönelik parçalı bir bakış açısının varlığına, özce hakikatin yitimine işaret eder.

Faşizm, hakikat yitiminin zirvede olduğu bir zihniyet ve yapılanmadır. Ve bundan dolayı faşizm her yerde aynıdır. Faşizm gittiği her yerde tarihi mekanlara saldırmakta, tarihi inşaları yıkmaya koşullanmaktadır. Tarihi mekanlarda, mekanların taşlarına, kumlarına, harcına yerleşen insan gerçeği vardır. Faşizm, o tarihi mekanların özümsediği, hatta emip kendi kıldığı insanları, toplumları, hatta hatta toplumsallığı yıkmak istediği için tarihsel mekanlara saldırmaktadır. Mekanlar, yapan ve yaşayan insanları kucakladığı için anlam kazanmaktadır. Tarihsel mekanlara salt müzelik değer biçmek de çok yanılgılı sanat-değer anlayışının bir sonucu olarak gelişmektedir. Tarihi mekanlar, insan hakikatinin, yani toplumsallığın bir tanığı, ürünü ve ortağı olduklarından dolayı anlamlıdır, önemlidir ve korunmaya layıktır.

Kürdistan, tüm dünyanın, insanlığın ve tarihin, her döneminin çözümlenebileceği bir sosyolojik alan olarak tüm dünya insanlığının öncü, ufuk açıcı ve özgür yaşam arayışının somutlaşması anlamında da örnek oluşturucu bir toplumsallık, bir ülke gerçekliği sergilemeye devam ediyor. Yaratılan insanlık değerleri kadar, sınıflı uygarlıkların insanlık-doğa ve yaşam karşıtı uygulamalarını görebileceğimiz, bir tarihsel sosyoloji hazinesidir. Acıdır ki böyledir.

Bugün, Kürdistan’ın her parçasında yürüyen savaş, her parçada süren direniş de bu tanımı canlı tutmaktadır. Bakur’da yaşanan örtülü-açık kültürel soykırım, insan ve tarih katliamı, direnen Kürt gerçeğini yenemeyen faşist AKP’nin Kürdü KDP’leştirerek yozlaştırmaya çalışması da bu saldırının bir boyutudur. Rojava’da Kürt insanının büyük direniş ve bedellerle sağladığı bir parça özgür yaşam alanına her gün saldırılarını geliştiren, özgürlüğe karşı tonlarca duvarlar örmekten imtina etmeyen, bununla da durmayan habire Kürt köylerini bombalayarak özgür yaşam umutlarının yeşermesine karşı bir soykırım savaşı yürüten TC gerçeği yine bunun canlı örneğidir. Bununla birlikte Başur’da KDP’nin yine bir tarihsel ihaneti, Rojava devrimiyle Kürt insanında gelişen yeni yaşam umuduna darbe vurmayı amaçlayan, yeşeren umudu yok etmeye yönelen bir saldırıdır. İhaneti kendi yaşayabilliğinin olağan zemini haline getiren KDP’li yetkililer Kürdistan halkına yaşattıkları acılara rağmen, soykırım uygulamalarının, katliamların en fazla önaçıcısı olmalarına rağmen çıkıp konuşabiliyor, daha da ötesi Kürt düşmanı, insanlık düşmanı olan faşist TC yetkililerine teşekkür bile edebiliyorlar. Rojhilat’ta da etnik ve inançsal anlamda ezilen, yok sayılan, insan olarak dahi tanımlanmayan bir Kürt gerçeği vardır ve idam ipinin her an gözlerinin önünde sallandırıldığı bir yaşama zorlanıldığı da bilinmektedir.

Dünya emperyalizminin paylaşım savaşı Kürdistan merkezli başladı, yüzyıl sonra yine Kürdistan merkezli sürmektedir. Kürtler savaşın tam ortasındadır. Ve Kürtler tüm dünya emperyalizmine rağmen savaşıyor, direniyor, yaşamını inşa etmenin yollarını yaratmanın direncini sergiliyor. Soykırımlara rağmen yok olmamanın onurunu yaşıyor, kendi dilini kaybetmemenin gücünü yaşıyor. Ne büyük onurdur ki gencecik Kürt evlatları PKK saflarına katılıyor ve bizler Mezopotamya’nın bereketiyle damıtılmış tertemiz seslerinden dengbej klamları dinliyoruz. Onların dilinde, gırtlağında bir kültür direniyor, yaşıyor ve bize yaşam-mücadele gücü veriyor. Her klamda bir toplumsallık direniyor, her bir gencin sesinde, yaşam mücadelesini veren bir kültürel öğenin zaferi dilleniyor.

Kürdistan’da her karış toprakta, her bir taşta, her bir ağaç dalında binlerce yılın direniş kültürü vardır. Toplumsallığın doğuş sancıları, heyecanları, anlam yakalayışları, birlikte olmanın yarattığı duyguların zirvesi her bir zerreye nakşedilmiştir. Tarihi eser olmalarının anlamı, insanlığın inşası olmaları, toplumsallığın gücünün ürünü olmaları kadar o taşların gölgesinde, Kürdistan toplumsallığının bağrında binlerce yıldır süregelen demokratik ulus kültürünün, çok kültürlülüğün capcanlı korunması ve bugüne kadar taşınması vardır. Bundandır ki her bir taşın yerinden sökülmesi toplumsallığın sökülmesidir. Her bir Sur evinin, avlunun, caminin, kilisenin yıkılması demokratik kültürün yıkılmasıdır. Faşizm, ülkemizde taşlarımızın ruhuna işlemiş olan toplumsallığa tahammül edememektedir. Faşizm o taşlarda bizi, toplumsallığımızı, insanlığımızı, direnişimizi, çok dilliliğimizi ve çok anlamlılığımızı görmektedir. Faşizm o taşlarda bizi görmektedir. Aslında o taşlar, müzelik ya da sanat eserlik olmaktan çok, tam da kanlı canlı bizi yansıtmaktadır.

Kürtleri tarihsel alanlardan sürmek kadar, yaşanan alanları da yaşam alanı olmaktan çıkarmak, soykırımın bir biçimidir. Kürtler üzerindeki en büyük soykırım saldırılarından biri köylerin boşaltılması ve Kürtlerin metropollerde yaşamaya mahkum edilmesiydi. Ancak direnen Kürt gerçeği tüm kapitalist modernite saldırılarına rağmen ayakta durmayı başardı. Balkonunda çiçek yerine biber ya da maydanoz yetiştiren analarımız sadece o kültürü yaşamadı, o ruhu da yaşattı ve çocuklarına taşıdı. Yine şehirleri bir büyük köy gibi gören Kürt toplumsallığı kendi varoluşunu belli darbelere rağmen sürdürmeyi başardı. Bugün geliştirilen saldırılar aslında yokedilemeyen Kürt toplumsallığını yoketmeye yönelik soykırım saldırılarıdır.

Faşist TC ve AKP sömürgeciliği tarafından Sur evleri yıkılırken anaların söylediği bazı sözler bu anlamda sosyolojik derslerle doluydu. “Bana ev verseler ne olacak, benim komşularımı da verecek mi bana?” yine “Ben gitsem bir apartmanda nasıl yaşarım, burda çocuklarımın arkadaşları var, komşularım var, bir selam veren, hal hatır soran var.” Komşuluğun toplumsallık olduğu bilincini derinden yaşayan, kendi toplumsallığını komşularıyla kuran, mahallesini köy toplumsallığı gibi ele alarak yaşamını inşa eden analarımızın bu ve benzer sözleri aslında meselenin toplumumuz açısından barınma sorunundan öte bir sorun olduğunu ve Kürt kadınları başta olmak üzere toplumumuzun bu faşist saldırıların amacının farkında olduğunu göstermektedir. Yine Suriçi, tarihsel-toplumsal anlamda kendi özyönetimini kuran, devleti benimsemeyen, devlet dışı toplum olarak varoluşunu sürdüren, kendini korumayı, yönetmeyi, sorunlarını çözmeyi devletten beklemeyen bir toplumsallığın bugüne kadar gelmeyi başarmış bir direniş kalesi olarak görülmelidir. Suriçi’nde geliştirilen özel savaş uygulamaları büyük bir zarar vermiş olsa da, tüm eziciliğine rağmen Suriçi’ndeki toplumsallık, demokratik kültür, karşılıklı birbirinin varlığını tanıyan çoklu kimlik gerçeği yokedilememiştir.

Faşizm insandan nefret eder. İnsana dair olan, insanın ürettiği, insanlığın ürünü olan herşeye düşmanlık eder, yok etmeye çalışır. AKP’nin iktidarında ortaya çıkan da tüm insanlık değerlerini, insanlık karşıtı olarak kullanmadır. Bu tıpkı DAİŞ’in mayın taktiğine benziyor. İnsana dair, insana ait herşeyi yıkma, yoketme, ele geçirme ve sahip olamadığını da insanlara karşı bir tuzağa dönüştürme... İnsanlık düşmanlığına, toplum karşıtlığına bundan daha iyi örnek bulmak zor.

En son Kerkük’te süslü referandum sözleri kullanılarak bir soykırım gerçekleştirildi. Kerkük’te yaşanan, tarih ve toplumsallığın hedef alındığı bir soykırım girişimiydi. KDP eliyle bağımsızlık yalanıyla gerçekleştirilen bu soykırımı, salt Kürdistan tarihi değil tüm dünya tarihi yazacaktır. Kerkük, demokratik ulus kültürünün herşeye rağmen yaşanabilirliğinin en uygun örneklerinden biri olması itibariyle Ortadoğu’nun önemli kültür merkezlerinden biridir. Her ne kadar egemen anlayışlar Kerkük’ü farklı tanımlasa da aslolan toplumsallık, demokratik kültür ve ortak yaşama zenginliğinin varlıksallığıdır. Bugün Kerkük insanının birbirinin dilini konuşmayı bir gereklilik olarak görmesinin orada milliyetçiliğin herşeye rağmen kök salamadığının göstergesidir. KDP ihaneti ve Kerkük’ten KDP güçlerinin kaçışı, halkta savunmasızlık düşüncesini geliştirmiş ve bu da göçlerin kapısını aralamıştır. DAİŞ zulmü son beş yıldır tüm Ortadoğu’da çoğu insanı yerinden etti. Başka renkler ve üniformalar altında bu sürdürülmektedir. İnsanlar yaşamı inşa ettikleri alanlardan koparak geçici yerlerde yaşamaya mahkum-mecbur edilmektedir. Bu durum, insanların sürüleştirilmesinin, faşizme mahkum edilmesinin de bir biçimi olmaktadır. Mahkum olunan bu yaşam biçimi, ölümden kurtarılma anlamında önemli olurken, insanlık birikimine bakarsak, insanlığın layık olduğu bir yaşam biçimi değildir. Ölmemek için direnmenin bir zorunluluğudur. DAİŞ tüm Ortadoğu’yu tam da buna zorlamaktadır.

 

Doğuş itibariyle de iktidarlara hizmet eden bir bilim olarak şekillenen bir bilim olan demografya, bugün de iktidarların elinde temel bir saldırı aracı haline gelmekten kurtulamamıştır. İnsanı bir cephanelik olarak kullanma sisteminin adı iktidarların dilinde demografyadır. Bilimin bilimciliğe dönüştürülmesinin de bir boyutudur bu anlamıyla. İnsanın nesneleştirilmesinin, bundan da öte insanın kullanılmasının zirvesi anlamına gelen insan bedenlerini bir cephane gibi kullanmanın, savaşların malzemesi haline getirmenin en kaba yollarındandır.

Türkiye’nin Suriye ya da başka menşeli Arapları, Avrupa ülkeleri karşısında bir mermi gibi kullanması, arada bir nokta atışları yaparak, savaş sebebiyle ülkesini terkedenlerin insan kaçakçıları üzerinden önünü açmaktan ve Avrupa ülkelerine ihraç etmekten tutalım DAİŞ militanlarını Avrupa’ya sızdırmasına kadar tehditlerini arttırması da buna örnektir. Yine Türkmenlerin kullanılması girişimleri, milliyetçilik zehrinin mayası kılınmaya çalışılması ve Kürt toplumuna karşı bir silaha dönüştürülmesinin hedeflenmesi de aynı zihniyet yapısından kaynağını alır.

Özgür insan, özgür bilim ve özgür düşünce, toplumun cephanelik olmasına ve insanın silah olarak kullanılmasına tahammül edemez. Oysa bugün, dünyanın gözleri önünde tüm insanlar iktidarların nesnesi haline getirilmiştir. Bunu en derinden yaşayan da Kürt toplumudur. Kürt toplumu, örtülü örtüsüz kültürel-fiziksel soykırımlarla bitirilmeye çalışılmış, adı konulmamış holokoustları defalarca yaşamış bir halktır. Köklü kültürel yapısından ve yaygın yerleşim tarzından kaynaklı yokedilmesi başarılamamış bir halktır. Bugün bundan dolayı, yani soykırımın gerçekleştirilmemiş olmasından dolayı Kürtler üzerinde demografya eksenli asimilasyon, baskılama, ezme, sindirme ve parçalama politikaları uygulanarak soykırım gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

Ortadoğu’nun demografik yapısı zaten çok uluslu, çok kültürlü bir şekillenme arzetmektedir. Bunun bir sebebi Ortadoğu toplumsallığının kökeninde aşiret tipi örgütlenmenin olması, yine yaşamın konar göçer tarzda örgütlenmesidir. Bugün ise bu sebebe savaşlar, yerini yurdunu bırakmalar eklenmiştir. Ayrıca, bir toplum kesimi yoksulluğa mahkum edilerek, yaşam koşulları daraltılarak başka alanlara gitmeye mecbur bırakılmakta, bu yolla o halk topluluğu demografik saldırıların nesnesi haline getirilmektedir. Afganlar, Arakan Müslümanları, Ahıska Türkleri ve buna benzer örnekler yaşanmakta ve bu siyaset güncelleştirilmektedir. Yaşam koşulları yaşamın gerisine düşürülerek toplumlar kitleleştirilmekte, nesneleştirilme anlamına gelen kitle olmanın ardından da bu gruplar demografik saldırı nesnesi olarak kullanılmaktadır. Mültecilerin Avrupa karşısında Türkiye’nin dilinde bir silah olarak kullanılması da bunun örneklerindendir. Yine Kürdistan’da Arap Kemeri adıyla yerleştirilen Araplar, yine Bakurê Kurdistan köylerine yerleştirilen, Türk-Arap aile-gruplar, en son törenlerle, düğün dernekle getirilen Ahıska Türkleri yine bunun örneklerindendir. Egemenlerce desteklenen bu topluluklar hem iktidarların, yani faşizmin malzemesi olmakta hem de yerleştirildikleri alanda toplumsal yarıklar yaratmanın, toplumsal krizlerin aracı olmaktadır.

Demografya, AKP’nin salt göçlerle üzerinde durduğu bir alan değildir. Aynı zamanda Kürdistanlı ailelerin çok çocukluluğundan, Türkiyeli ailelerin az çocukluluğuna, giderek Türk kadınların kürtajına kadar tartışma konusu edilen, tartışmaya açılan ve giderek yasalarla yeni inşaların gerçekleştirildiği bir alandır. Tabi ki imam nikahı, küçük yaşta evlilik, kürtajın engellenmesi, ölçüsüz-ilkesiz-ahlaksız bir şekilde ve sapıkça üremeyi teşvik etmek de AKP’nin demografya politikaları kapsamındadır. AKP diktatörlüğüne onun için savaşacak, nesneleştirilmiş, muhtaç, el mahkum insan kitleleri, sayılar lazımdır. Ve tüm politikalar da bunu sağlamaya yönelmektedir.

Bu anlamda tarihe saldırmak, binalara saldırmak, camilere saldırmak, çeşmelere saldırmak, kadına saldırmak, hepsi hepsi toplumsallığa saldırmak anlamına gelmektedir.

AKP faşizminin bu politikaları karşısında ne yapmalıyız?

Öncelikle toplumsallığımıza yönelik gelişen saldırılar karşısında toplumsallığı korumak ve o bilinci her zaman canlı tutmanın direncini göstermek gerekir. Bunun yolu kültürü yaşatmakla başlar, ekonomiyle, dil ile, inanç ile ve toplumsal ilişkilerin korunmasıyla devam eder. Toplumumuzun entitesini koruması giderek önem kazanmaktayken, diğer yandan da Kürt toplumsallığının bu çağda nasıl yaşayacağının doğru cevabını vermeyi de gerektirir. Kürtler nasıl yaşamak istiyor, nasıl bir sistem kurmak istiyor? Dünya insanlığının tek özgür yaşam olanağı olmaya aday olan Demokratik modernitenin yaratılmasına Kürt toplumsallığı nasıl katkı sunuyor? Önder Apo sayesinde nasıl bu inşaya öncülük ediyor?

Devlet dışı toplum olarak kapitalist modernite karşısında durmak, ulus devlete rağmen, endüstriyalizme rağmen ve kapitalizmin eziciliğine rağmen ayakta kalabilmek, ancak ve ancak kendi toplumsallığını korumakla mümkündür. Çünkü AKP faşizmi tam da burada kendi iktidarını ortaya koymakta, toplumsallığın her adımına yönelmektedir. Kürdistan’da mahalle içlerine kalekol yapılmasıyla, cemevleri önünde zırhlı araçların durması, panzerlerin yerleştirilmesi aynı anlama gelmektedir. Giderek dozu artan bir faşist uygulamalar yaşamı tüm topluma karşı bir saldırı aracına dönüştürme, tüm toplumu-toplumsallığı sindirerek xwebûn olmayı ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. 90’larda gözlerden uzak tutulan köylerimizde gerçekleşen Olağanüstü hal denen uygulamaların bugün olağan bir havayla tüm şehirlerde, mahallelerde, her yerde ve her zaman gerçekleştirilmesi, faşizmin Kürt toplumsallığından, dilinden, inanç zenginliğinden, kültürel sağlamlığından ve her tür toplumsal değerinden korktuğunu da göstermektedir.  

Amed’de gördüğümüz Özyönetim direnişlerinde ortaya çıkan, adı konulmamış olsa da pêxas kültürünün bir boyutta direnmesidir. Kürtler bugün yaşanan örnekler ne olursa olsun devlet gerçeğini içselleştirmemiş bir halktır. Bu gerçeği korumak, kurumsallaştırmak ve daha da önemlisi alternatifini geliştirerek kendi özyönetimini sağlamak faşist AKP’nin demografik saldırıları karşısında da varoluşun güvencesi olacaktır.

Aynı zamanda Kürdistan toplumsallığı diyebileceğimiz bir gerçek vardır. Nasıl ki Kerkük’te üç dilli yaşam varsa, Kuzey Suriye’de, Rojava’da, Halep’te, Afrin’de, Minbiç’te, Şehba’da da üç dilli yaşam vardır. Bu yaşam, demokratik ulus kültürünün direnen ve bugüne ulaşmayı başaran bir örneğidir. Önder Abdullah Öcalan gerçeğiyle yaşamaktan onur duyan, Türkmen olan ve aynı zamanda Kürtçe konuşmayı bir onur sayan bir toplumsallık vardır. Halep sokaklarında Önderlik için yürüyüşe geçen ve sesini yükselterek slogan atan Türkmenler hakikattir ve onların toplumsallığı tüm yıkıma, BAAS’a, DAİŞ’e, El Nusra’ya rağmen direnmekte ve yaşamaktadır. Tüm demografik saldırılara rağmen güçlü kültürel zemin, demokratik uluslaşmanın zemini olmuş, zayıflık olarak ortaya konulan her bir adım iktidarlara karşı silaha dönüştürmenin zemini olarak şekillenmiştir. Bu, Önder Apo’nin tarihsel toplum analizlerinin hakikatle olan bağını bir  kez daha bizlere göstermektedir. AKP’nin tüm faşizan saldırıları, Minbiç’te ya da Kizwan Dağı’nın eteklerindeki köylerde yaşayan genç bir Arap kızının öğrendiği birkaç kelime Kürtçeyle kendi toplumsallığını yeniden ve demokratik bir kültürle inşa etme çabasında boşa çıkmaktadır. Bu soykırım girişimleri, Türkmen bir şehit babasının Kürtçe bilmemeyi gerilik sayan, komşusunun dilini anlamamayı ayıp sayan altın değerinde toplumsallığında eriyip gitmektedir.  

Tüm faşist demografik saldırılara rağmen Önder Apo felsefesi öncülüğünde yeni yaşamı yaratmaya yönelen Kürdistan toplumsallığının bu saldırıları durduracak bir direniş gücü vardır. Aynı zamanda, insanı saldırı nesnesi yapan faşist sistemler karşısında insanı nesne olmaktan çıkaran ve demokratik ulus yaşamının öznesi haline getirerek, yaşamı ortak inşa etmenin yolunu açan devrimler çağının tam da Kürdistan toplumunun yeni yaşam çağı olduğu gerçeği, artık önü alınamaz bir gerçeklik olarak ortaya çıkmıştır. Bir anlamda sır, sır olmaktan çıkmış, bu gerçek herkesin bildiği, umut ettiği, umudunun hatırına yaşamın inşasına yöneldiği bir yaşam hakikati olmuştur.